Kentsel Dönüşüm Hukukunda Yatay Mimari

YATAY MİMARİ NEDİR?

Yatay mimariyi anlatmadan önce dikey mimariden de bahsetmemiz doğru olacak. Dikey mimari; büyük ya da büyümekte olan şehirlerde yapıların, yoğun olan nüfusun ihtiyacını karşılayacak şekilde çok katlı olarak inşa edilmesi anlamına geliyor. Dikey mimari sayesinde dar alanda fazla sayıda hane oluşturulabiliyor.

Yatay mimari ise aslında hepimizin bildiği ve neredeyse herkesin özlem duyduğu bir kavram. Adından da anlaşıldığı üzere, yatay mimari, az katlı konut projelerinin inşası sayesinde hayata geçiyor. Günümüzde yatay mimariye geçişgenellikle iki ya da üç katlı binalar sayesinde gerçekleştiriliyor

Son yıllarda özellikle İstanbul için “yatay mimari” önerisi sıkça gündeme geliyor. Çünkü büyük şehirlerde hızla artan dikey mimari yaklaşımı şehrin mimarisine ve siluetine zarar veriyor.  Özellikle İstanbul gibi metropol şehirlerde yatay mimarinin uygulanabilmesi mümkün mü?

Özellikle metropollerde yaşanan arazi sıkıntısı gayrimenkul geliştiricilerini dikey mimariye yöneltiyor. Ancak gün geçtikçe artan dikey mimari yaklaşımı şehirlerin siluetini bozmaya başladı. Şehirlerde dikey mimariyi en iyi gökdelen ve rezidanslar temsil ediyor. Yatay mimari; şehrin inşasında enine gelişen yapılara yer verilmesini kapsıyor. Yatay yapılaşma, doğayla iç içe olmak için de fırsat sunuyor. Dikey yapıların aksine, yatay yapılar aslında Türkiye insanın alışkın olduğu bir değeri hatırlatıyor. Sıcak ve samimi bir ortam sunuyor. Özellikle tarihi değerleri olan yerlerde, bölgenin dokusunu bozmamak adına yatay mimarinin tercih edilmesi daha uygun görünüyor. Çünkü uzun binalar, şehrin tarihi dokusunu deforme ediyor. Bu deformasyon ufak bir araştırma ile dahi su yüzüne çıkabiliyor örneğin, internette İstanbul’un 30 yıl önceki boğaz fotoğrafına baktıktan sonra bir de günümüzün fotoğrafına baktığınızda karşınıza rahatsız edici bir manzara çıkıyor işte o manzaranın adı dikey mimaridir.

 

2) İSTANBULDA YATAY MİMARİ MÜMKÜN MÜ?

Özellikle 2010 yılından sonra Türkiye’nin mega kentinde  meydana gelen dikey mimari artışı sebebi ile yatay mimari ihtimali daha sık dile getirilmeye başlandı. Peki, gerçekten İstanbul’da yatay yapılaşma mümkün mü? Şehircilikte uzman isimler, İstanbul’da yatay yapının şu andan sonra çok mümkün olmadığını dile getiriyor. Gün geçtikçe nüfusu artan şehirde, artık konut inşa edilecek arsa bulmak oldukça zor. Ancak uzmanlar, İstanbul’un tarihi ve siluetini belirginleştiren bölgelerinde yatay mimarinin zorunlu olduğunu dile getiriyor. Diğer yandan şehrin uzağında inşa edilen bölgelerde yatay mimariye uygun örnek konut projelerinin üretilebileceği belirtiliyor. Son yıllarda TOKİ yatay yapılaşma konusunda adımlar atarak, bazı bölgelerde yatay konutlar inşa etmeye başladı.

3) TÜRKİYE’NİN YATAY MİMARİYE UYGUNLUĞUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

Türkiye’nin hem kültürüne hem de tarihi dokusuna daha uygun olan yatay yapılaşma, şehirleşme açısından estetik kaygılarını da tam anlamıyla gideriyor. Dikey yapılar, insanları birbirinden uzaklaştırdığı gibi komşuluk ilişkileri de gittikçe zayıflıyor. Yatay yapılar, sağlıklı ve düzenli bir yaşam olanağı sağlıyor ve kişilerin çevreden izole olmasını engelliyor. Yatay mimari, toprakla temas halinde olmak insanlara hem huzurlu hem de sağlıklı yaşam olanakları sunuyor. Rezidansların, insanlara sağladığı kolaylıklar elbette tartışılmaz. Ancak rezidansların sağladığı avantajların yanında çok yüksek katlı binalar insanda izole edilmişlik hissi yaratıyor. Bu da yalnızlık hissine neden oluyor. Tam da bu yüzden, günümüzde revaçta olan yatay mimari yapıları daha çok ilgi görüyor. Ancak yatay mimaride birde  binalarda kota sınıtı vardır bunun da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Yatay yapılaşmanın teşvik edilmesi için yeni imar yönetmeliğinde bazı ek maddelere yer veriliyor. Gelen yeni düzenlemeyle birlikte artık taban alanı kullanımının %40’dan %60 oranlarına kadar çıkması isteniyor. Aslında inşaat kullanım hakkı yine eski sistemde olduğu gibi aynı. Ancak binaların kat sayısında önemli azalış gerçekleştiriliyor.

4) YATAY MİMARİNİN AVANTAJLARI

Şehirlerin silüetinin bozulması konusunda dikey mimarinin olumsuz etkisi olduğu uzun süreden beri tartışılan bir konu. Özellikle İstanbul gibi tarihi silüete sahip şehirler için bu durum daha çok önem kazanıyor. Yatay mimari doğrultusunda oluşan yatay şehirleşme ise bu soruna çözüm olması ile dikkat çekiyor. Fakat söz konusu yatay yapılaşma olunca inşa edilen az katlı binaların, şehirde yaşayanlara yetmeyeceği endişesi doğuyor. Bu durumda da çözüm, binaların daha geniş taban oturum alanları üzerine yayılması oluyor. Özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyükşehirlerde var olan arazi sorunu ise kentsel dönüşüm sayesinde hafifleyebiliyor ve inşa edilecek yeni binalarda yatay mimariden yararlanma imkânı doğuyor.

Şehirlerin dikey yapılardan uzaklaşıp yatay mimari ile inşa edilmesi, sadece şehrin silüeti üzerinde değil, şehirlerde yaşayan insanlar üzerinde de etkili. Yatay mimari projeleri, izole hissettirmeyen, daha doğal ve sosyal açıdan daha yakın komşuluk ilişkilerinin oluşmasını sağlıyor.

 

 

5) YATAY-DİKEY TARTIŞMASI

Dikey yapılaşmanın ekonomik ve ekolojik savunusunu yapmak giderek zorlaşmakta. Bir dönemler doğaya egemen olma sevdası ile yerçekimine meydan okurcasına yükselme tutkusu bugün pek anlamlı görülmüyor. Dikey yapılaşmanın üretilmesinde ve kullanımında aşırı enerji tüketimi ile “çevreci” olmadığı, yatay yapılaşmaya göre daha büyük riskler taşıdığı çok kez, her ülke ve ortamda tartışılmakta. Odaklanmamız gereken, ister yatay, ister dikey yapılaşmanın yerleşmelerde uygun ve doğru bağlamını bulup bulmadığıdır. Asıl sorun, bunların doğru konumlanmaları ve nitelikli tasarımıdır.

Türkiye’de, gerek TOKİ gerekse özel şirketler tarafından uygulanan konut siloları ile ucuz konut sunma telaşı yıllardır çevreye, şehirlere ve mimarlık kültürüne büyük zarar vermekte.

Hangi anadolu şehrinde olursa olsun, çok katlı blokların bir arazi planında serpiştirilmesi yoluyla ne nitelikli mimarlık ne kimlikli mekânlar ne de şehir hayatına bir katkı elde edilebildi. En büyük olumsuzluk ise, şehirlerin “aynılaştırılması” sonucudur.

“Anadolu’ya ‘Küçük Asya’ denmesinin bence temel nedeni, ancak bir büyük kıtada görülebilecek çeşitliliğin bu orta boy yarımadada kendini göstermesidir. Birbirinden çok farklı doğa koşulları, birbirine çok yakın mesafelerde yer almakta, iklimi ile, botanik sermayesi ile, yerel topluluk kültürleri ile bu coğrafya, asırlar boyunca belirgin bölgesel bütünlükler ve tanımlı yer duygusuna sahip güçlü kentsel kimlikler yaratmıştır. Bu temel özellik ne yazık ki, hızlı kentleşme sürecinde korunamadı. Günümüze kalan varlıklar da hunharca kaybedilmekte. Geleneksel çevreleri, doğal kaynak ve verileri yok etmek yanında, yeni kentsel alanları da çirkin bir tekdüzelikten kurtaramıyoruz. İster özel, ister kamu eliyle gerçekleştirilsin, toplu yapı üretimi, kültür mirasından yararlanamadığı gibi, tasarıma öncelik vermeyen, tasarım kültürüne sahip olmayan ellerde sorumsuzca kentlerimizi ve doğayı tüketmektedir. Buna altyapı, ulaşım, iletişim, açık alan, rekreasyon, sağlık hizmetlerindeki yetersizlikleri de ekleyecek olursak, bugün dünyanın en niteliksiz kentsel çevrelerinde yaşamakta olduğumuzu anlamalıyız. Uzun süredir TOKİ eliyle sürdürülen kurumsal çirkinlik üretimi, savaşlar sonrasında Avrupa’nın alelacele başvurduğu yapılaşmanın (niteliksiz) benzeridir. Kent çevreleri oluşturmada 100 yılı aşkın dünya mesleki deneyimi Türkiye’de göz ardı ediliyor, ya da hiç bilinmiyor. Özel sektörün yarattığı iskan siloları da, kullanılan tüm kozmetiğe karşın bunlardan farklı değil. Bunlar kent oluşturmuyor; hane halklarını birbirinden ayırıyor, insanları kaynaştıran bir kültür yaratamıyor. Çok uzağa gitmeden, belki 20 yıl sonra bunların büyük sorunlar getirdiğini göreceğiz. Bu yatırımlarla şişirilen konut balonu bir kalkınma göstergesi olmak şöyle dursun, ekonomik bunalımın öncü habercisidir. Bu fiziki yapılaşma biçimi ise bütünüyle bir kültürsüzlük ürünüdür.”

Yatay mimarlık ise, herhalde dikeyleri yan yatırmakla sağlanmıyor. Az katlı, ancak yüksek yoğunluklu konut çevreleri tasarımı ve uygulamaları batıda neredeyse bir asırlık bir deneyim birikimi oluşturdu. Bu nitelikteki şehir çevrelerine ilişkin ekonomik, teknolojik, sosyal ve kültürel değerlendirmeler büyük ölçüde olumlu görüşler sunmakta.

Konuyu yalnızca dikey-yatay tartışmasına indirgemek yanlış olacaktır. Asıl sorun, piyasaya ve topluma konut siteleri ya da yaşam alanları sunulurken somutlaşan çevrelerin biçimlenmesinin bir kamu malı olduğu görüşü ile, elde edilen ürüne toplumsal haklılık (meşruiyet) kazandırabilmektir. Bu ancak saydam bir tasarım etkinliğinin gerçekleştirilmesi yoluyla olanak kazanır. Aynılaştırmanın panzehiri tasarımın kurumlaştırılmasıdır.

“Toplumsal hedeflerin belirlendiği bir sosyal politika yanı sıra, nitelik hedefleri ve tasarım endişeleri içeren bir çevre politikası ile bütünleştirilemediği için henüz bütünlüğü olan bir konut polikası oluşturulamamıştır. Stok oluşturma aşamasını aşmakta olan Türkiye’nin artık politika paletini genişletebilmesi, paylaşım ve kalite konularında politikalar geliştirip gündemine alması gerekir.”

“Konut politikası, eşgüdümlü ve eşzamanlı olarak bir finans politikası, bir sosyal politika ve bir tasarım politikasıdır. Finans ve sosyal hedefler kurumlaşmalara nasıl konu olabiliyorsa tasarımın da kurumlaşması gerektiğini savunmak olanaklı ve anlamlıdır. Tasarım politikası, konut tasarım bilgisinin, tasarım kapasitelerinin, yaratıcı mesleki etkinliklerin ve özgün üreticiliğin toplumsal katkısının nasıl kurumlaştırıldığı ile ilgilidir.  Türkiye’de herhangi bir tasarım politikası yürürlükte bulunmuyor. Ülkenin hemen her yerleşmesinde egemen olan sıradan ve birbirinin aynı kentsel çevreler karşısında, nitelikli konut çevrelerinin geliştirilmesi çabaları hayati önem taşımaktadır. Doğru örneklerin yaratılması, tasarımın yaşam standartlarına olan katkısının anlaşılmasına, fiziki çevrede beğeni ve standartların geliştirilmesine ve tercihlerin başka biçimlenmelere yönelmesini sağlayacaktır.”

“Türkiye’de tasarımın kurumlaştırılması konusuna bir türlü yer verilememesinin yerleşme alanlarımızı ve toplumumuzu geri dönülmesi zor, kültür yoksunu, geçmişteki zengin mirastan kopuk, düpedüz vahim çirkinlikte çevreler içinde boğulmamıza götürdüğünü vurgulamak gerekiyor. Bu durum Türkiye’de tasarım becerileri olan kesimlerin bulunmamasından değil, tasarımı ‘kurumlaştıramamış’ olmamızdan kaynaklanmaktadır.”

“TOKİ gibi güçlü bir kuruma kavuştuk, ama elimizde cılız bir politika var. Ülkenin her yöresindeki uygulamalara bakılırsa, korkutucu bir biteviyelik, yer duygusu oluşturamama ve kentsel çevre niteliklerinden yoksun kalma, bu örneklerin temel özelliği gibidir. Bugün nasıl gecekonduları ortadan kaldırmayı özlemekteysek, yakın gelecekte de TOKİ sitelerinin yok edilmesi bir toplumsal hedef olarak görülecektir.”

“Tasarımlara yarışma gibi bir yolla geçerlik (meşruiyet) kazandırmak şöyle dursun, doğrudan Bakanlık tarafından dönüşüm projelerinde mimarlık yaklaşımının ‘Osmanlı / Selçuklu’ biçeminde olacağı yönünde açıklamalar ve uygunsuz özendirmeler yapılmaktadır. Bu tutum ile, tasarım boşluğunun giderilmiş olacağı varsayımı yapılmakta ve saplantılı bir ideoloji ve kültür yoksunu yapay imgeler ile durumun kurtarılabileceği inancı aşılanmaya çalışılmaktadır. Mimarlık ve çevre tasarımının elde edilmesinde öncelikle geçerli (meşru) bir süreç geliştirmek, tasarım uygulamalarında ise topl uluk ve bireylerin opsiyonlarını çoğaltan bir yaklaşımı yerleştirmek zorunlu görülmelidir.”

SONUÇ

Yatay mimari denildiği zaman Apartmanlarda bulunan onlarca farklı dairenin olmaması ve her bir ailenin birbirine denk seviyelerde yaşaması olarak anlaşılıyor. Yatay mimarı ne demek? Bir bölgede konutlar 2 ila 3 katlı olacak şekilde bir karar çıkarıldığı taktirde, yan sokağa 25 katlı bir binanın yapılmasına izin verilmediği taktirde yatay mimari sisteminin kullanıldığı görülüyor. Bu sayede hem bölgeler arasında fark bulunmaması hem de şehrin siluetinin bozulmaması sağlanıyor.

Yatay mimari tercih edildiği taktirde özellikle şehrin belirli bölgelerinde inanılmaz kat farkları olmayacaktır. İki ila beş kat arasında değişiklik gösteren düşük kat sayısına sahip binaların çok sayıda yapılması gerekiyor. 20 katlı bir binada yaşayan insan sayısı 200 oluyorsa, aynı metrekarenin bir konut için verilmesi halinde 10–50 kişi arasında insanın yaşamını sürdürmesi sağlanabilecektir. Yatay mimarinin tercih edilmesi halinde insanlara konutun iç metrekaresi açısından daha büyük bir alan sunulmayacaktır. Komşulukların hatırlanması, mahalle kültürünün gelişmesi, insanların sosyalleşmesi gibi faaliyetler yatay mimari ile mümkün oluyor. Umarım yatay mimari ülkemizde uygulanacaksa bile  amacına uygun bir şekilde uygulanır ve bir mimari yozlaşma ile karşılaşmayız.

Bültenimize Abone Olun

Karabulut Hukuk Bürosu

2018 yılında Avukatlık Ruhsatını Alan Av. Fatih Karabulut tarafından kurulan Karabulut
Hukuk Bürosu hukuk camiasında her alandaki uzman hukuk büroları ile çözüm ortaklığı ağını
kullanarak müvekkillerine kaliteli hizmet vermeye çalışmaktadır. Karabulut Hukuk genel
itibariyle şirket danışmanlığı alanında faaliyet gösteren bir yapıya sahiptir.