ÖZET:
Bu makale, Türkiye’de mesleki eğitimden yükseköğretime geçişte yaşanan yapısal eşitsizlikleri, 2000’li yılların başından itibaren uygulanan katsayı uygulamasının birey üzerindeki etkisini ve sonrasında yaşanan hukuki, siyasi ve bürokratik süreçleri bir özyaşam anlatısı üzerinden ele almaktadır. Eğitim hakkının sınırlanması, ideolojik yönlendirmeler, adalet sisteminin araçsallaştırılması ve bireysel mücadelenin gücü, bu çalışmanın temel çerçevesini oluşturmaktadır. Anlatı, bireyin sisteme karşı verdiği mücadelenin ve yaşadığı dönüşümün bir örneğini sunmaktadır.
GİRİŞ:
Eğitim, yalnızca bir meslek edinme aracı değil, aynı zamanda bireylerin toplumsal rollerini belirleyen ve toplum içindeki yerlerini şekillendiren bir araçtır. Ancak, Türkiye’de eğitim sistemi, özellikle meslek lisesi mezunları için, büyük bir ayrımcılık ve engellemelerle doludur. Bu makale, kişisel bir deneyim üzerinden, Türkiye’deki eğitim sisteminin sınıfsal, ideolojik ve bürokratik engelleri nasıl pekiştirdiğini gözler önüne sermektedir.
KATSAYI UYGULAMASI: SINIFSAL AYRIMIN RESMİ
Katsayı uygulaması, meslek lisesi mezunlarının üniversiteye geçişlerinde ciddi zorluklar yaşamasına neden olmuştur. Meslek lisesi gibi teknik okullardan mezun olan öğrenciler, üniversiteye girişte sınıf ayrımını somut bir şekilde hissediyordu. 1999 yılında getirilen katsayı düzenlemesi ile, meslek lisesi mezunları, sayısal puanları üzerinden dezavantajlı duruma düşürülmüş ve üniversiteye geçişte bariz engellerle karşılaşmışlardır. Bu uygulama, sadece akademik bir engel değil, aynı zamanda bireysel hayalleri ve toplumsal eşitliği doğrudan etkileyen bir yapısal sorundu.
KENDİ HİKÂYEMDEN BİR ANEKDOT: KATSAYI ZULMÜ VE MÜCADELE
Endüstri meslek lisesi mezunu olarak bu katsayı uygulaması benim de hayatımı derinden etkilemişti. Mühendis olma hayalimle YGS’ye girdim ve Marmara Üniversitesi Makine Mühendisliği için yeterli puanı aldım. Ancak, bir düzenleme ile ikinci bölümden de sınav yapma zorunluluğu getirildi. Bu yeni düzenleme ile, matematik, geometri ve organik kimya gibi derslerde yeterli bilgiye sahip olmadığımı fark ettim. Zira, bu dersler lise müfredatında yer almıyordu ve sınavda bu konularla karşılaşmak, hiç de hazırlıklı olmadığım bir durumdu.
Başlangıçta pes etmedim. “Üniversiteye başlarım, çalışırım” dedim, ancak sonuçlar hiç beklediğim gibi olmadı. Ardından, polislik başvurusu yapmayı düşündüm, çünkü o dönemde sporcuydum ve 10 yıllık lisansım vardı. Ancak boyum 1.72 olduğu halde beni 1.52 boyunda gösterdiler. Sebep? Çünkü ben cemaatten değildim ve torpilli değildim. Sinirlerim bozuldu, adaletin bu kadar çarpık işlediği bir dünyada yaşamak zordu.
BÜROKRATİK ENGELLER VE POLİTİK BASKILAR:
Sonraki yıllarda, hukuk fakültesine girme kararı aldım. Hukuk, sadece bir meslek değil, aynı zamanda bana adaletin sağlanmasında bir araç sunacaktı. Ancak, geçiş sürecimde yeni bir engel daha çıktı: “Artık bizim öğrencimiz değilsin,” dediler. Geçişimi kabul etmeyen üniversite, eski okulumdan baskılar yaparak, akademik geçişimi engellemeye çalıştı. Ancak eski üniversitemdeki soruşturma süreci de beni etkilemişti. Yine de engelleri aşmayı başardım ve mezuniyetimi tamamladım.
BİREYSEL DİRENİŞ VE SONUÇ:
Tüm bu engellemelere rağmen mücadelemizi sürdürdüm. Hukuk fakültesini bitirip avukat oldum. Bu süreç, yalnızca bir bireysel mücadelenin değil, aynı zamanda adaletin ve eşitliğin peşinden gitmenin bir örneğiydi. Şimdi, hukukçu olarak, sistemin içindeki haksızlıklara karşı savaşmaya devam ediyorum.
SONUÇ:
Bu makalede anlatılan hikâye, sadece bir bireyin yaşadığı zorlukları değil, aynı zamanda Türkiye’deki eğitim sistemindeki yapısal eşitsizlikleri, politik baskıları ve bireysel mücadelenin gücünü de ortaya koymaktadır. Eğitimde fırsat eşitliği ve adalet için yapılacak reformlar, yalnızca teknik düzenlemelerle değil, bireysel hakların ve özgürlüklerin korunması temelinde şekillenmelidir.
Av. Fatih Karabulut