Kıbrıs Sorunu Üzerine…

İçindekiler

GİRİŞ 2

BİRİNCİ BÖLÜM 3

1.TARİHÇE 3

1.Kıbrıs Cumhuriyetinin Kurulması 4

1.2 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Sona ermesi ve Türkiye’nin 1974 Müdahalesi 5

1.2KTFD ve KKTC’nin Kurulması 7

1.3 1983 – 1990 Arası Kıbrıs Sorunu 7

1.4 1990 Sonrası Kıbrıs Sorunu 8

İKİNCİ BÖLÜM 8

ULUSLARARASI HUKUK VE KIBRIS SORUNU 8

2.1. Antlaşmaların Meydana Gelişi 9

2.1.1. Zürih Antlaşması 9

2.1.2. Londra Konferansı ve Lefkoşa Antlaşmaları 9

2.2. Antlaşmaların İçeriği ve Hukuki Niteliği 10

2.2.1 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın Temel Yapısı ile İlgili Antlaşma 10

2.2.2. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurulmasına Dair Antlaşma 10

2.2.3. İttifak Antlaşması 11

2.2.4. Lefkoşa  Antlaşmaları 12

2.2.5. Kurulan Kıbrıs Devletinin Özellikleri ve Anayasası 13

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 14

KIBRIS CUMHURİYETİNİ KURAN ANTLAŞMALARIN YIKILIŞI VE 14

ANNAN PLANININ SONRASINA KADAR  OLAN SÜRECİN 14

DEĞERLENDİRİLMESİ 14

3.1. Kıbrıs Devleti Anayasasının Değiştirilmek İstenmesi ve İşlemez Hale Gelişi 14

3.2 1974 Kıbrıs Bunalımı ve Müdahalesi Akabinde Gelişen Olaylar ve Bu 18

Olayların Değerlendirilmesi 18

SONUÇ 22

KAYNAKÇA 24

ELEKTRONİK KAYNAK 25

 

 

GİRİŞ 

  1. Yüzyılda Kıbrıs Adası’nın İngilizlere kiralanması ile başlayan ve bir İngiliz Kolonisi statüsünü alan Kıbrıs o tarihten itibaren sorun olmaya başlamıştır ve bugün 21.Yüzyılda hala sorun olmaya devam etmektedir. Özellikle Garantör ülkelerden biri olan Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreci bu sorunu oldukça dünya gündeminde tutmuştur. 1960 ve 1963 yılları arası çözüme en yakın olunan zamandır çünkü;

Bu tarihlerde bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Başkanlığını bir Rum olan Kara Papaz olarak da bilinen Makarios’un yaptığı yardımcılığını ise o dönem bir Türk olan ve adadaki Türklerin lideri olan Dr. Fazıl Küçük yapmıştır. Dr. Fazıl Küçük İsviçre’den mezun bir doktor olarak Kıbrıslı Türklere o dönem büyük faydalar sağlamıştır hatta kendisi daha sonra direnişin en önemli teşkilatlarından biri olan Türk Mukavemet Teşkilatının da kuruluşuna öncülük edecektir. İşte bu Kıbrıs Cumhuriyeti adada Rumların “enosis” iddiası sebebi ile Türkleri boyunduruğu altına almak istemesi ve Türklerin buna direnmesi üzerine kısa zamanda dağılmıştır ve tam 11 yıllık Rumların Türkler üzerinde bir  soykırım ve zulüm dönemi başlamıştır.

Kıbrıs sorununun bir türlü çözülememesinin birçok küresel faktörü vardır. Rum tarafı ve Türk tarafından ibaret bir durum söz konusu değildir. Rumların anavatanı Yunanistan, Türklerin anavatanı Türkiye, adadaki son sömürgeci güç İngiltere, Nato’nun Güney bölgesindeki menfaatlerinden endişe duyan ABD ve onun her alanda karşısına çıkan soğuk savaş yıllarındaki adı SSCB olan şimdiki adıyla Rusya Kıbrıs sorunu ile doğrudan ilgilenmektedir. Bu da çözümü hali ile çıkmaka sokmaktadır.

Bu çalışmamızda Kıbrıs Sorununun Tarihsel, Hukuki ve Avrupa Birliği Hukuku  perspektifinden inceleyeceğiz ancak özellikle odak noktamız Hukuki açıdan olacaktır. Zira Kıbrıs  Cumhuriyetini kuran 1959 ve 1960 tarihlerinde yapılan bir takım antlaşmalar ve bu antlaşmaların neticesinde ortaya çıkan bir Kıbrıs Anayasası  mevcuttur. Özellikle Lefkoşa antlaşması, Londra  Konferansı ve Zurih antlaşması dikkatle incelenmesi gereken hususlardır. Çünkü bu antlaşmaların neticesinde kendine has bir Cumhuriyet biçimi meydana çıkmıştır ve bu biçimin hukuki geçerliliği çok tartışma konusu olmuştur.

Avrupa Birliği Hukuku açısından da ciddi sıkıntılar mevcuttur zira bu perspektiften de konunun incelenmesi elzemdir. Herşeyden önce bütün adayı temsilen AB’ye üye olan bir Güney Kıbrıs Rum Kesimi vardır. 1990 yılında Rum tarafının AB’ye üye olma talebi ile başlayan ve kabulüne kadar geçen süreçte geçen hukuki sürecin hukuka uygunluğu dikkatle incelenmesi gereken hususlardır. Biz de çalışmamızda tam olarak bu konulara değineceğiz.

Çalışmamızın sonuç kısmında ise ortaya çıkan sonuç, çalışmamızın nihai amacına uygun bir şekilde hukuki bir değerlendirmede bulunacağız. Genel olarak çalışmamızda , sorunun hukuki çerçevesini kendisine esas alacak ve hukuki durumu net bir şekilde ortaya koymaya çalışacağız.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

1.TARİHÇE 

Adını, “kına çiçeği” adı verilen bir çiçekten veya aşk ilahesi Kipris’ten aldığı rivayet edilen Kıbrıs adası ; Doğu Akdeniz’de, 34.33 ve 35.41 kuzey enlemleri ile 32.17 ve 34.35 doğu boylamları arasında yer alan bir adadır. 9283 kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip olan Ada, Sicilya ve Sardinya adalarından sonra, Akdeniz’deki üçüncü büyük adadır. Ada’nın önemi, Doğu Akdeniz’e ve Doğu Akdeniz’den geçen ticaret yollarına hakim olması sebebiyle, coğrafi konumundan kaynaklanmaktadır. 

Kıbrıs Adasının jeopolitik önemini tarif etmek gerçekten güç. Yani Dünya’yı bir şehir olarak düşünecek olursak işte o şehrin her yere kolayca ulaşabilen metroların, metrobüslerin, deniz ve hava yollarının olduğu merkezi semti ise Kıbrıs Adası’dır. Çünkü; orta doğu petrollerinin ulaşım yollarına egemen olması, Ortadoğu ve Afrika eksenini kontrol etmesi ve Anadolu-Ortadoğu ve Süveyş kanalı hattına hakim olması, Süveyş kanalından Hint ve Pasifik Okyanusuna uzanan kontrol noktalarından birinin olması, hava hakimiyeti teorisi uyarınca hava gücünün doğru yere yönlendirilmesinde önemli bir platform oluşturması, Ortadoğu’da petrol  merkezli bir savaş çıkması halinde depo görevini üstlenebilecek olması ve Ada’ya hakim olan otoritenin, Ortadoğu devletleri üzerinde de prestij sahibi olabileceği gibi sebepler Kıbrıs Adasını stratejik bir hedef haline getirmektedir.

Mısırlılar, Hititler, Akalar, Dorlar, Yunanlar, Fenikeliler, Persler, Asurlular, Büyük İskender, Romalılar, Araplar, Bizanslar, İngilizler, Şövalyeler, Lüzinyanlar, Cenevizler ve Venedikler hüküm sürmüştür. Dünya tarihinde her zaman cazibe noktası olmuştur Kıbrıs Adası.  Ancak bu kadar medeniyete ev sahipliği yapmasına rağmen Kıbrıs Adası tarihi yönden mimari açıdan yine de birçok şeyden mahrumdur bunun sebebi ise adaya gelen güçler yağma için ve gücü altında bulundurmak için gelmiştir hep ve gelen her medeniyet bir önceki medeniyetin kalıntılarını yağmalamıştır. Bu konuda adaya orayı ihya etmek için ayak basan iki medeniyet sayabiliriz biri Türkler diğeri ise Luzinyanlar. Bu iki medeniyet Adayı kontrol altında tutmak amacıyla değil de oraya yerleşmek amacıyla hareket etmiştir. Kıbrıs’a yerleşmiş olan korsanların, Doğu Akdeniz ticaretine engel olmaları, oradaki halka dini baskı uygulamaları neticesinde bu baskıyı iliklerine kadar hisseden Rumların talepleri neticesinde Osmanlı Devleti adayı fethetmeye karar vermiştir ve 1571 yılı nda Kıbrıs’ı fethederek adayı Osmanlı topraklarına katmıştır. Ne kadar acıdır ki 403 yıl sonra Türklerin talebi üzerine  1974 yılında bu defa Türklere zulmeden Rumların zulmüne son vermek için adaya gelmişti.

Adanın fiilen Osmanlı idaresi altında kaldığı 1571- 1878 yılları arasında, adalet ve eşitliğe dayanan sağlıklı bir yönetim düzeni kurulmuştur. Konya, Sivas, Tokat, Amasya, Maraş, Aydın, İçel ve Alanya yörelerinden ve çoğunlukla sanat, ticaret ve tarımla uğraşan Türklerin yerleştirildiği Ada’da, Venedikliler tarafından kurulan feodal düzen kaldırılmış ve halka, toprak edinebilme hakkı tanınmıştır. Topraksız halka toprak dağıtılmış, Venedik döneminden kalma ağır vergiler kaldırılmıştır. Sürgündeki Ortodoks Rum Başpikoposu, Kıbrıs’a getirilerek yetkileri iade edilmiş, ayrıca Rum Ortodoks Kilisesi’ne de mal edinme hakkı tanınmıştır. Kıbrıs’ta çok sayıda han, cami, tekke, türbe, medrese, kitaplık, çeşme ve su kemerinin inşa edildiği bu dönemde, halkın savunma ve güvenliği de ihmal edilmemiş ve Baf ile Larnaka Kaleleri yapılmıştır.

Kıbrıs’ın Türk topraklarına katılmasından sonra kurulan; sosyal, ekonomik ve siyasi yönden sağlam temellere dayanan; Ada’nın barış ve refah yuvası olmasını amaçlayan yeni idare, özellikle yerli Hıristiyan halkın maddi ve manevi yönden kalkınmasına önem vermiştir. Kıbrıs’ta oluşturulan bu yapı ve sağlanan imkânlar, Ada’da yaşayan halk tarafından hoşnutlukla karşılanmış ve Ada’da, 19. yüzyılın başına kadar, devlete karşı önemli bir hareket olmamıştır. Osmanlı Devleti’nin genel zayıflama sürecine paralel olarak, Kıbrıs’ta kurulan düzen de sarsılmaya başlamıştır. Kapitülasyonların Kıbrıs için de geçerli olması, yabancı uyrukluların ve bunların temsilcilerinin ayrıcalıklardan yararlanmaya başlamaları, Kıbrıs’ta çözülmeye yol açmış ve Osmanlı Devleti’ndeki Rum burjuvazisinin temellerini attığı Yunan milliyetçiliğinin de yükselmesiyle, kurulmuş olan düzen, bozulmaya yüz tutmuştur.

Daha sonra Osmanlı Devleti 19. Yüzyılda hızlı bir zayıflama ve gerileme dönemine girmiştir. Bu da askeri başarısızlıkları beraberinde getirmiştir. İşte bu dönemde başlayan Osmanlı Rus savaşında Osmanlı savaşı kaybetmiştir. Savaş sonrasında imzalanan Ayestefanos antlaşması ve onun akabinde toplanan Berlin Kongresi neticesinde Kars, Ardahan ve Batum, Ruslar’a bırakılmış, Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlık kazanmış,  Bulgaristan Devleti kurulmuş, Bosna-Hersek Avusturya yönetimine geçmiştir. Ayrıca, zor duruma düşen Osmanlı Devleti, 4 Haziran 1878’de İngiltere ile yaptığı gizli savunma anlaşması ile Rus tehlikesine karşı, geçici süreyle Kıbrıs’ı İngiltere’ye

devretmiştir. Bu anlaşmaya göre yıllık 92 bin altın karşılığı İngiltere’ye kiraya verilen Kıbrıs; Rusların Kars, Batum ve Ardahan’dan çekilmesi halinde, Osmanlı Devleti’ne iade edilecektir. Ancak İngiltere, 1. Dünya Savaşı’nı gerekçe göstererek 29 Ekim 1914’te, Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak etmiş ve bu ilhak da 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile kabul edilmiştir.

            1.Kıbrıs Cumhuriyetinin Kurulması 

Fiili olarak 1878 yılında resmi olarak 1923 yılında Lozan antlaşması ile İngilizler Kıbrıs’ı idaresi altına almıştır. Ve burada Rumlar 1925 ve 1959 yılları arasında adanın statüsünü değiştirmek için çaba sarf etmiştir. Ortadoğu politikasını değiştiren İngilizler adadaki Rum yanlısı politikalarını terk etmiştir ve bunun üzerine Rumlar, Kıbrıs valisinin konağını yakarak adadaki ilk ayaklanmasını gerçekleştirmiştir. İngilizlerin anayasa hazırlanması gerekliliği yönündeki teklifinine rağmen Enosis içermediği için kabul edilmemiştir. İngilizler 1931 yılından itibaren   İngilizler Sıkıyönetim politikasından vazgeçip daha yumuşak ve daha özerk bir yönetim için girişimlerde bulundu hatta bunun için birtakım planlar hazırladı 1947 Lord Winster Planı, 1948 Jackson Planı, 1955 1. Mac Millan Planı, 1955 1. ve 2. Harding Planları, 1956 Radcliff Planı, 1958 2. Mac Millan Planı ve 1958 Spaak (NATO Genel Sekreteri) Planı hazırlandı. Bu planların ortak yanı, Ada’daki İngiliz egemenliğinin devam ettirilmesi düşüncesi üzerine hazırlanmış olmalarıydı. Ancak Rumlar tarafından Enosis’i içermediği için asla kabul görmedi.

  

            1.2 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Sona ermesi ve Türkiye’nin 1974 Müdahalesi

     Kıbrıs Sorunu aslında Kıbrıs Cumhuriyeti  kurulduğunda hallolmuştu, ortada iki toplumlu bir devlet ve bir anayasaları vardı. Ancak bu huzur ve güven ortamı Rum tarafı eliyle kısa sürede dağıldı. Çünkü Rumlar’ın asla Türklerle kardeşçe yaşamak gibi bir arzuları yoktu onların varlık amacı Enosisti. Rumlar devlet kademelerinin sadece yüzde 30’unda Türklere yer veriyorlardı. Hatta Türklerin belediyeleri dahi ayrıydı çünkü Türk belediyelerine devlet kaynakları kullandırılmıyordu. Hatta bugün dahi adaki iki devlet de aynı başkenti kullanır yani Lefkoşa’nın yarısı Türk tarafının başkenti diğer yarısı ise Rum tarafının Başkentidir. Kuzey Kıbrısta Girne kapı denilen yere gittiğiniz zaman orada olan Barış Parkını ziyaret ettiğinizde tel örgünün diğer tarafında ayrı bir devleti yani Rum tarafını görürsünüz ve Avrupa Birliği desteklerini fazlaca aldıkları için oldukça gelişmiş bir görünümü vardır Türk tarafına göre. Ve işte o gün ayrılan belediyelerin kalıntıları hala mevcuttur zira Lefkoşa Belediyesinin adı LTB yani Lefkoşa Türk Belediyesidir. Kara Papaz olarak da bilinen Rum Lider Makarios Kıbrıs Anayasası’nın 13. Maddesini değiştirerek Türkleri azınlık statüsüne koymak istiyordu ve bu teklifini garantör ülkelerin liderlerine de sundu ancak bu teklif Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edilmemiştir. Makarios Kıbrıs Cumhuriyetini Enosis idealine giden bir sıçrama tahtası olarak görüyordu.

Değişiklik teklifinin reddi üzerine, Türklerin Kıbrıs’tan atılmasını ve yok edilmesini öngören “Akritas Planı” uygulamaya konmuştur. Kıbrıslı Türkler, 21 Aralık 1963’te “Kanlı Noel” olarak bilinen katliamlara tâbi tutulmuş, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmış, iletişim imkânlarından mahrum bir şekilde, Ada’nın % 3’lük bir bölümünde yaşamak zorunda kalmışlardır. Güvenliğin sağlanması amacıyla Lefkoşa, “Yeşil Hat” olarak adlandırılan bir sınır ile ikiye ayrılmıştır. Bu kanlı noel olaylarından en acı barbarca biri ise  Tabib Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ve 3 çocuğunun barbarca katledilmesidir.

Nihat İlhan, 1963 yılında o dönem adı Kıbrıs Türk Alayı olan Kın-brıstaki 650 kişilik Türk gücünün doktoruydu. Kıbrıs tarihine Kanlı Noel diye geçen Rumların silahlı saldırılara başladığı 20 Aralık 1963’teki, Türk Alayı’nda görevi başındaydı. 24 Aralık gecesi Rumlar, Lefkoşa’nın Kumsal semtinde Binbaşı Nihat İlhan’ın evine baskın düzenledi. Rum saldırganlar, Nihat İlhan’ın 3 Küçük oğlu, Kutsi, Murat,Hakan ve eşi Mürüvvet’i saklandıkları banyoda küvetin içinde kurşun yağmuruna tutarak katletti. Söz konusu katliamın gerçekleştirildiği ev Lefkoşa Dereboyu’nda “Barbarlık Müzesi” adıyla sergilenmektedir. Ve bahçe duvarlarından tavanlara kadar evin her yeri kurşun delikleri ile doludur keza o küvette adeta delik deşik vaziyettedir. Bu katledilen ailenin naaşı ise Elazığ Beyaz Çeşme bölgesindeki şehitliktedir.

Bu zulümlerin artmaya başlaması üzerine Türkiye, 13 Şubat 1964’te BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmuştur. BM Güvenlik Konseyi, 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararı ile Kıbrıs’a, BM Barış Gücü konuşlandırılmasına karar vermiştir. Yunanistan ise bu süreçte boş durmamış adaya gizlice asker yığmaya başlamıştır. Ve Kıbrıs üzerinde hak iddia edişini daha yüksek ses ile dile getirmiştir. Makarios’u yeterince acımasız olmamakla suçlayan yazılar çıkmıştır o dönemin Yunan medyasında ve en nihayetinde Yunan Cuntasının desteğini arkasına alan Nikos Sompson, adaya gelip Makarios’u darbe ile devirmiş ve yönetimi ele geçirmiştir.

Bunun üzerine Türkiye önce diplomasi kanallarını harekete geçirerek SSCB,ABD ve İngiltere ile görüşmüş adadaki darbeci zihniyetin bir an önce adayı terk etmesini istemiştir ancak bundan sonuç alamayınca garantörlük anlaşmasının 4. Maddesine dayanarak 20 Temmuz 1974 tarihinde adaya çıkarma yapmıştır ve Kıbrıs’a müdahale etmiştir. 22 Temmuzda Girne’yi ele geçirmiştir ve aynı akşam BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararına uyarak ilerlemeyi durmuştur. Çıkarmanın yapıldığı yer olan Girne’deki  “ Çıkarma Plajı” şu an anıt haline getirilmiştir. Bu müdahalenin ardından Sampson yönetimi devrilmiştir tıpkı Yunanistan’daki Cunta yönetiminin de yıkıldığı gibi.

Ateşkesin ardından, 25-30 Temmuz 1974 tarihleri arasında Birinci Cenevre Konferansı toplanmıştır. Bu konferans neticesinde, 1959-1960 Antlaşmaları’nın yürürlükte olduğu ve Türkiye’nin müdahalesinin, bu antlaşmalardan kaynaklandığı kabul edilmiştir. 8-12 Ağustos 1974 tarihleri arasında, Kıbrıs’ta anayasal düzenin kurulması amacıyla toplanan İkinci Cenevre Konferansı’nda, Rum ve Yunan tarafının olumsuz tavrı sebebiyle, bir sonuç alınamamıştır. Oyalama taktiği izlendiğini düşünen Türkiye, 14 Ağustos 1974’te ikinci kez Ada’ya müdahale ederek, Kıbrıslı Türkler’e yaşanabilir bir alanı kontrol altına almış ve 16 Ağustos’ta da ateşkes ilân etmiştir21. Bu müdahale, hem Türk dış politikası, hem Türk-Yunan ilişkileri, hem de Kıbrıs sorunu açısından bir dönüm noktası olmuştur. Gerek ABD, gerekse AB ile olan ilişkilerde, günümüze kadar devam edecek olan bir Kıbrıs sorunu yaşanmaya başlamıştır. Fiilen ikiye bölünmüş olan Ada, hukuki çözüm sağlanamamış olması sebebiyle, o tarihten sonra sürekli olarak uluslararası kamuoyunun gündeminde yer almıştır

 

            1.2KTFD ve KKTC’nin Kurulması

Türkiye’nin adaya müdahalesi sonrasında Ada’da yeni bir dönem başlamıştır. Yunanistan ve Rum tarafının hedeflerine son verilen müdahale ile Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin fiili ve etkin güvencesi altına girmişlerdir can güvenliklerinin yanında siyasi ve kültürel güvenlikleri de sağlanmıştır. Öte yandan tüm dünya iki toplumlu bu yapıyı kabullenmeye başlamıştır. İşte Türklerin bu güvenli ortamını korumak için için KTFD yani Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuştur. 1975 yılına kadar da varlığını sürdürmüştür. BM’nin 13 Mayıs 1983 tarihli kararı, KKTC’nin kurulması  sürecini hızlandırdı. Zira bu kararda Rumların, Ada’nın tamamında egemenlik ve denetim hakkı olduğu zikrediliyor ve Türklerin burada işgalci güç olarak vurgulanıyordu. Gerek BM gerek AB’nin bu zihniyeti maalesef günümüzde hala değişmiş değildir ki bunun örneklerinden biri ise AB’ye üye olan Rum kesiminin AB statüsünden faydalanması ancak KKTC kesminin bu statüden işgal altındaki bölge olarak nitelendirilemeyeceği hükmü vardır. KTFD Meclisi, başka bir çaresi kalmadığı için 15 Kasım 1983’te, KKTC’yi ilân etti. Oluşturulan KKTC Kurucu Meclisi’nin yaptığı çalışmalar neticesinde ortaya çıkan KKTC Anayasası, 5 Mayıs 1985’te referandumla kabul edildi ve 9 Haziran 1985’te yapılan seçimle Rauf DENKTAŞ, ilk Cumhurbaşkanı oldu ve KKTC aynı gün Türkiye tarafından tanındı . Tahmin edileceği üzere bu karara BM, Yunanistan ve Rumlar tepki gösterdi bunun hukuki olmadığı ve hemen geri adım atılması gerektiğini söyledi.

             1.3 1983 – 1990 Arası Kıbrıs Sorunu 

1990 sonrası dönemde, BM de çalışmalarına devam etmiştir. BM’nin yeni Genel Sekreteri GALI, 3 Nisan 1992’de, “Fikirler Dizisi” teklifini ortaya atmıştır. Bu teklife göre çözüm için iki tarafın da kabul edeceği bir düzenleme gerekliydi ve çözüm, siyasi eşitlik temeline dayanmalıydı. Federal yapı iki kesimli olsa da kurulacak olan Kıbrıs Devleti’nin, egemenliği ve uluslararası kişiliği tek olmalıydı. Serbest dolaşım hakkı, federal anayasanın yürürlüğe girmesiyle geçerlilik kazanmalı; yerleşme ve mülk edinme hakkı, federal anayasaya uygun bir biçimde ve toprak düzenlemesi gerçekleştikten sonra, federe devletler tarafından uygulanmalıydı35. Her federe devletin, kendi yönetimi konusunda karar vereceği ve bir toplumun, ötekisi üzerinde egemenlik hakkına sahip olmadığı bu yapıda, federal hükümetin yapısı, oluşumu ve işlevleri de ayrıntılı olarak düzenlenmişti. İki federe devlet, eşit ve benzer yetkilere sahip olacaktı. Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın geçerliliğini koruyacağı bu teklifte; herhangi başka bir ülkeyle kısmen ya da tamamen birleşmenin ve taksim ya da ayrılmanın önü kapatılıyordu36. Yapılan bu teklifle ilgili olarak taraflar, 18 Haziran 1992’de görüşmelere başladılar. DENKTAŞ, 100 paragraflık fikirler dizisinin, 91 paragrafını kabul ettiğini, 26 Ekim’deki New York görüşmeleri öncesinde açıkladı. Buna rağmen GALI, çözümsüzlüğün adresi olarak Türk tarafını gösterdi. BM Güvenlik Konseyi de 25 Kasım 1992 tarihli ve 789 sayılı kararında, iki tarafın eşitliğini kabul eden 649 sayılı kararı göz ardı ederek, Türk tarafınca kabul edilmeyen ve GALI tarafından hazırlanan haritayı, resmileştirdi ve güven arttırıcı önlemler alınması çağrısında bulundu. Ancak bu girişim de bir sonuca ulaşamadı ve devam eden görüşmeler, bir defa daha başarısızlıkla sonuçlandı.

            1.4 1990 Sonrası Kıbrıs Sorunu 

Kıbrıs Rum tarafı, 1994 yılından itibaren, ortak bir anlaşma zemini olmadığı gerekçesiyle, Türk tarafıyla görüşmeyi reddetmekteydi. BM Genel Sekreteri ANNAN, her iki tarafın liderlerine, yüz yüze görüşmelerde bulunma çağrısı yaptı. 913 Temmuz 1997’de New York Troutbeck’te başlayan görüşmeler, 11-16 Ağustos 1997’de İsviçre Glion’da devam etti ancak bu görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmadı. Devam eden dönemde taraflar, dolaylı olarak görüşme kararı aldılar ve BM Genel Sekreteri ANNAN ile ANNAN’ın Kıbrıs Özel Danışmanı De SOTO’nun himayesinde, dolaylı görüşmeler başladı. İlk turu, 3-14 Aralık 1999’da New York’ta başlayan bu görüşme trafiği, 31 Ocak-10 Şubat 2000’de Cenevre’de yapılan ikinci tur, 5-12 Temmuz ve 24 Temmuz-4 Ağustos 2000 tarihlerindeki üçüncü tur, 12-26 Eylül 2000 arasında dördüncü tur ve 1-10  Kasım   tarihleri   arasındaki beşinci tur görüşmeleriyle devam ettiyse de olumlu bir gelişme kaydedilemedi38. KKTC Cumhurbaşkanı DENKTAŞ, Kasım 2001’de Rum lider KLERIDES’e bir mektup yazarak, görüşme teklifinde bulundu. Bu teklif üzerine Ocak 2002’de başlayan görüşme süreci, BM Genel Sekreteri ANNAN tarafından hazırlanan kapsamlı çözüm planının ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. 11 Kasım 2002, 10 Aralık 2002, 26 Şubat 2003, 29 Mart 2004 ve 31 Mart 2004 tarihlerinde beş defa değişikliğe uğrayan ve “Annan Planı” olarak kamuoyunda bilinen bu çözüm belgesi; 24 Nisan 2004’te, Ada’nın her iki tarafında, ayrı ayrı referanduma sunulmuştur. Kıbrıslı Türkler’in % 64.9 oranında “Evet” oyuna karşılık Rumlar, % 75.8 oranında “Hayır” oyu kullanmışlardır. Bu sonucun ardından plan, hukuken geçersiz hâle gelmiş ve hayata geçememiştir39. Bu sonuç, Türk tarafına yöneltilen, “uzlaşmaz” ve “çözüm istemez” suçlamalarını ortadan kaldırdığı gibi Ada’nın güneyindeki Rum yönetiminin, Ada’nın kuzeyini temsil edemeyeceğini de ortaya çıkarmıştır. Öte yandan Türk tarafı, “Evet” oyu verdiği ve çözümden yana tavır aldığı halde, cezalandırılan taraf olmuş; “Hayır” oyuna rağmen Rum tarafı, 1 Mayıs 2004’te, bütün Kıbrıs’ı temsilen AB’ye üye olarak, hedefine ulaşmıştır.

          İKİNCİ BÖLÜM

         ULUSLARARASI HUKUK VE KIBRIS SORUNU

Kıbrıs Sorununu bir de uluslararası boyutu ile  incelemek gerekecektir işte bu bölümde de tam olarak bunu yapacağız. Kıbrıs sorunu meydana gelmeden önce Kıbrıs Cumhuriyetini ve bu cumhuriyeti kuran antlaşmaları incelememiz gerekir ki Kıbrıs Türklerine yapılan adaletsiz uygulamaları daha net görebilelim.

          2.1. Antlaşmaların Meydana Gelişi 

2.1.1. Zürih Antlaşması 

     Kıbrıs gibi stratejik bir nokta ile özellikle soğuk savaş döneminde SSCB’nin ilgili olması ABD’yi rahatsız ediyordu ve ABD daha fazla insiyatif alarak Türkiye ve Yunanistan arasında ortak bir yol bulmayı arzulamıştır yani ne Yunanlıların Enosis’i kabul edilecek ne de Türklerin Taksim’i bunlara karşılık adanın bağımsızlığı fikrini ortaya attı çünkü ABD ve NATO’nun çıkarları söz konusuydu. NATO’nun çıkarlarını kendi çıkarlarının üzerinde gören  Türkiye ve Yunanistan resmi politikalarından vazgeçti.

NATO Bakanlar Konseyi toplantısından sonra 18 Aralık 1958’de İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları; sorunun çözümü için diplomatik yoldan görüşme yapmayı kabul ettiler. Yapılan görüşmelerin ardından, 5 Şubat 1959’da Zürih’te bir araya gelen Türkiye ile Yunanistan Başbakan ve Dışişleri Bakanları, Kıbrıs’ın uluslararası statüsünün ve Anayasası’nın dayanacağı prensipler üzerinde anlaşmaya vararak, 11 Şubat 1959’da Zürih Antlaşması’nı parafe ettiler.

Zürih Antlaşması, “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın Temel Yapısı ile İlgili Antlaşma”; “ İttifak Antlaşması” ve “Garanti Antlaşması”ndan oluşur. İngiltere’nin imza atmadığı bu antlaşma, hukuki bir sonuç yaratamazdı çünkü Ada’da hala İngiliz varlığı söz konusuydu ve ortada henüz bir Kıbrıs Cumhuriyeti bile yoktu.  İngiltere’nin bu antlaşmada imzasının bulunmaması sebebiyle Zürih Antlaşması, hukuki sonuç doğurabilmiş değildir.

         2.1.2. Londra Konferansı ve Lefkoşa Antlaşmaları 

     Kıbrıs’a bağımsızlık verilen 1959 yılında imzalanan antlaşmanın İngiltere’nin ve ayrıca her iki toplumun da temsilcilerinin antlaşmayı imzalaması gerekir. Zira İngiltere’nin Zurih Antlaşmasına onayı olmadığı için geçerlilik kazanmamıştır. Bu sebeple taraflar, Türkiye ve Yunanistan’ın parafe ettiği antlaşmayı Londra’da bir araya geldi ve Zürih Antlaşmasına ek olarak şu belgeler eklenmiştir ;

– İngiltere’nin Zürih Antlaşması’nı, önerdiği bazı esasların kabul edilmesi şartına bağlı olarak kabul ettiğini belirten ve Ada’daki egemenliğin, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile ilgili diğer belgelerin usulüne uygun olarak imzalanıp yürürlüğe girdiği tarihte devredileceğini açıklayan Bildirisi,

– Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları’nın, İngiltere’nin bu Bildiri’sini kabul ettiklerine dair Bildirisi,

– Türk Toplumu temsilcisi Dr. Fazıl KÜÇÜK’ün ve Rum Toplumu temsilcisi Başpiskopos MAKARIOS’un, Londra’da imzalanan belgeleri kabul ettiklerine dair iki adet Bildiri,

– Kıbrıs Anayasası ve ilgili belgelerin yürürlüğe girmesi için alınacak önlemlere ilişkin sözleşme.

Antlaşmalar yolu ile getirilen çözüm, sorunun çözülmesini arzulayan ABD’yi de memnun etmiştir. Getirilen çözümle birlikte, NATO müttefikleri arasındaki olası bir sürtüşmenin önü kapanmış ve NATO ittifakının istikrarı korunmuş oluyordu. Türkiye ise Kıbrıs’ın bağımsızlığını kazanması karşılığında; Ada’daki Türkler’in anayasal güvenceye kavuşması ve Kıbrıs’ın düşman bir güç eline geçmesi ihtimalinden kaynaklanan kaygılarının, kendisine sağlanan müdahale hakkı ile ortadan kalkması sebebiyle rahatlamış oluyordu.

          2.2. Antlaşmaların İçeriği ve Hukuki Niteliği 

2.2.1 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın Temel Yapısı ile İlgili Antlaşma

     Zürih Antlaşması ile meydana getirilen Anayasa’da iki toplumun eşitliğine ve birlikte işbirliği yapmalarını amaçlanmıştır. Böylece her iki topluma eşitlik verilirken toplumların da birbirine tahakküm edilmesinin de önüne geçilmiştir. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye ile birlikte Ada’daki Türk ve Rum halkları da eşit statüye kavuşmuştur. Kıbrıs, iki toplumun ortak egemenliğinde ve yönetiminde, iki toplumlu bir cumhuriyet olarak ortaya çıkmıştır.

Siyasi eşitlik, iki toplumluluk ve ortak egemenlik temeline dayalı söz konusu yapı; bir yandan eşit siyasi statüye sahip iki toplumla iç dengeyi sağlamış, öte yandan Türkiye ve Yunanistan arasında da dış dengeyi oluşturmuştur. 1923 Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye ve Yunanistan arasında Ege’de sağlanan denge, bu antlaşmalar yoluyla Doğu Akdeniz’e de yayılmıştır.

2.2.2. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurulmasına Dair Antlaşma

Kıbrıs  Cumhuriyeti, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında imza edilen bir antlaşmanın nihai amacı, İngiltere’nin egemenliğindeki üs bölgelerinin statüsünü ve bu üslerin çalışma şekline ilişkin taraflar arasında mutabakat sağlamaktır. Bu antlaşma neticesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sınırları çizilmiş ve İngiliz Üsleri olan Aktori ve Dhekelia üsleri bu sınırlardan hariç tutulmuştur. Ayrıca bu antlaşmaya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin saunmasını İngiltere, Yunanistan ve Türkiye üstlenmiştir. Antlaşmanın 5. Maddesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nde temel insan hak ve hürriyetleri garanti altına alınmıştır.

Kurucu Antlaşma, devletlerin ardıllığını göz önünde tutarak İngiltere ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bazı yükümlülükler altına sokmuştur. Bu antlaşmanın 7. maddesine göre İngiliz yönetiminin adada sona ermesi sebebiyle meydana gelebilecek olan sorunların çözümünde İngiltere maddi ve idari yöndeki düzenlemeleri yapmak ve uygulamak ile yükümlü kılınmıştır. 8. maddede ise İngiltere’nin uluslararası yükümlülük ile sorumluluklarının ve yararlandığı uluslararası hakların, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devrini düzenlemektedir.

Antlaşma hükümlerinin yorumlanmasında ortaya çıkabilecek sorun veya güçlüklerin çözümüne ilişkin düzenleme, 10. maddededir. Kıbrıs’taki askeri birliklerin statüsünü, haklarını ve yükümlülüklerini etkileyen herhangi bir sorun veya güçlük; ileride değinilecek İttifak Antlaşması’nda düzenlenmiş bulunan ve Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin oluşturacağı Üçlü Karargâh ile İngiliz askeri yetkilileri arasında yapılacak görüşmeler yoluyla çözülecektir. Soruna veya güçlüğe bu yolla veya diplomatik yoldan çözüm bulunamaması halinde, tarafların birer temsilcisinden ve Uluslararası Adalet Divanı Başkanı tarafından seçilecek olan tarafsız bir başkandan oluşan beş kişilik bir mahkeme, çözüm getirecektir. Yalnızca bu amaç için kurulan Mahkeme’nin alacağı karar, kesin olacaktır.

Bu Antlaşma ile Kıbrıstaki İngiliz askeri üslerinin, İngiltere’nin egemenliği altında kalması tescil edilmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İngiltere’nin ardılı olduğu da kabul edilmiştir.

2.2.3. İttifak Antlaşması 

      İngiltere’nin dâhil olmadığı İttifak Antlaşması, Zürih Antlaşması ile oluşturulmuş ve Lefkoşa Antlaşması ile de son şeklini almıştır. İttifak Antlaşması bir nevi Garanti Antlaşmasını tamamlayıcı bir antlaşmadır. Bu antlaşmada, tarafların ortak savunmasını sağlamak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak amacıyla kolektif bir işbirliği öngörülmüştür. Antlaşmanın 1’ci ve 2’ci maddelerinde öngörülen bu yükümlülüğü yerine getirmek için taraflar birbirlerine danışmayı taahhüt etmişlerdir. Bu antlaşmanın 3’cü maddesine göre Kıbrıs’ta üçlü karargâh kurulması öngörülmüş, 4’cü maddesinde Kıbrıs Cumhuriyeti ordusunu eğitimini 1 Numaralı Ek Protokol’de 950 Yunan Subay, Astsubay ve Er ile 650 Türk Subay, Astsubay ve Er tarafından üstlenildiği belirtilmiştir.

 

 

Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı, antlaşmak suretiyle asker sayısında artırma veya azaltmaya gidebilecektir. Karargâh komutanlığı ise dönüşümlü olmak şartıyla birer yıllık süreyle Türk, Yunan ve Kıbrıslı komutan tarafından yürütülecektir. Kıbrıslı subay, Türkiye ve Yunanistan hükümetleri ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı tarafından belirlenecektir. (Madde.5)

İttifak antlaşması Türkiye ve Yunanistan’a olası bir doğrudan veya dolaylı saldırı durumunda Kıbrıs Cumhuriyetini koruma yükümlülüğü verir ancak aynı yükümlülük Kıbrıs Cumhuriyeti için söz konusu değildir. Diğer yandan, uluslararası hukukta başta ittifak antlaşmaları olmak üzere herhangi bir fesih veya çekilme maddesi bulunmadığı için her zaman sonlandırılabilme imkanı vardır. İttifak Antlaşması da tıpkı Garanti Antlaşmasında olduğu gibi herhangi bir yürürlükte kalış veya çıkış hakkında bir hüküm ihtiva etmemektedir. Ancak, her iki antlaşmada da tarafların Kıbrıs devletinin birliğini ve bütünlüğünü savunma taahhüdü bulunmaktadır. Bu antlaşma Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının ayrılmaz bir parçasıdır taraflardan birinin olası bir çekilme durumunda Kıbrıs Anayasası hükümsüz hale gelmesi anlamına gelir.

İttifak antlaşması, sadece ittifak üyesi ülkeler haricinde gelecek tehditlere karşı uygulama alanı bulmaktadır. Bu arada, İngiltere’nin üstleri de İttifak antlaşması kapsamı haricinde kalmaktadır. İngiltere bu üstlerin bütünlüğüne karşı saygı gösterilmesi ve 3 devletin garantisi altına konulması konusunda gayret göstermiş ve Garanti Antlaşmasının 3’cü maddesiyle de bunu sağlamıştır

Diğer yandan, İttifak üyesi herhangi bir ülkenin Kıbrıs Cumhuriyetine karşı girişeceği hasmane tutumlarda bir diğer İttifak üyesi devlet ile antlaşma akdedip saldırgan devlete karşı hareket etmesinde hukuken bir sakınca görülmemektedir. Çünkü İttifak devleti imzalanan antlaşmanın doğasına aykırı davranmaktadır. Ancak burada aykırı davrandığından ötürü Kıbrıs Cumhuriyeti tek taraflı olarak İttifak Antlaşmasını fesih etme hakkı bulunmamaktadır. Bu hak ve düzen Garanti Antlaşması ile milletlerarası bir statüye konulmuştur. İttifak antlaşması, sadece ittifak üyesi ülkeler haricinde gelecek tehditlere karşı uygulama alanı bulmaktadır. Bu arada, İngiltere’nin üstleri de İttifak antlaşması kapsamı haricinde kalmaktadır. İngiltere bu üstlerin bütünlüğüne karşı saygı gösterilmesi ve 3 devletin garantisi altına konulması konusunda gayret göstermiş ve Garanti Antlaşmasının 3’cü maddesiyle de bunu sağlamıştır.

 

      

 

2.2.4. Lefkoşa  Antlaşmaları 

17 ayrı antlaşmadan oluşan Lefkoşa Antlaşmaları, Lefkoşa Temsilciler Meclisi binasında 15 Ağustosu 16 Ağustosa bağlayan gecede saat 24.00 ‘de imzalanmıştır. Kıbrıs devleti Kıbrıs Antlaşmalarına 16 Ağustosta yürürlük kazandıran bu antlaşmalarla birlikte resmen doğmuştur. Kıbrıs’ın devlet olarak diğer taraflarla eşit biçimde imzaladığı antlaşma Lefkoşa Antlaşmaları olmuştur. (Özersay, 2009, s.32) Londra Konferansında imzalanan Garanti ve İttifak Antlaşmalarının da dâhil olduğu Lefkoşa Antlaşmaları, bu imzalanan antlaşmaların son halini oluşturmuş ve kurucu antlaşma olarak imzalanmıştır. Kurucu antlaşma İngiltere’nin egemen olacağı Ağrotur ve Dikelya üst bölgelerinde İngilizlerin elde edeceği hak, kolaylık ve ayrıcalıkları da düzenlemiştir. Buna göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu üstler haricindeki Kıbrıs Adası ve bu ada haricindeki adacıklarda egemen olduğu kabul edilmiştir. (m.1).

Diğer yandan Kurucu antlaşma’nın 5’ci maddesiyle Kıbrıs Cumhuriyetine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) hükümleri doğrultusunda Kıbrıs Cumhuriyeti yetkisine tabii herkese insan hakları ve temel hürriyetlerden faydalandırma yükümü getirmiştir.

Diğer yandan Ada’daki kuvvetlerin statüsü, hakları ve yükümlülükleri konusunda bir uyuşmazlık çıkması halinde başvurulacak ilk mercii aşaması İngiliz askeri yetkililerin görüşmelere katılmasıyla da oluşacak Üçlü Karargâh olacağı belirtilmiştir. (md. 10/a) Eğer antlaşmazlık çözülemezse 4 devletçe seçilecek olan birer temsilci ile Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından seçilecek bir tarafsız başkandan oluşan mahkeme bu sorunu ele alacak ve çözüme kavuşturmaya çalışacaktır.

2.2.5. Kurulan Kıbrıs Devletinin Özellikleri ve Anayasası

     1959-1960 Antlaşmaları ile kurulan devletin kendine özgü bir yapısı vardır. Bu antlaşmalar neticesinde iki toplumlu bi tek devletli bir antlaşma meydana getirilmiştir. Bu  antlaşma iki topluma da birbirlerini koruma ve birbirlerine tahakküm etme imkanı vermiştir. Ve bu iki toplum anayasanın kuruluşuna öncülük etmiştir.

Kıbrıs Uluslararasılaştırıldığı için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör olmak zorunda kalmıştır. Ve kurulan devlet bu üç devletin ortak menfaatlerine göre şekillenmiştir. Ayrıca Kıbrıs’ın Türk ve Rum halklarının müşterek malı olduğu kabul edilmiştir. Ancak Kıbrıs’ın sonuç itibari tamamıyla özgür bir devlet olduğundan bahsetmek biraz hayalci bir düşünce olur. Zira İngilterenin üslerinin olması ve iki devletin ortak mutabakatı olmadan değiştirilemeyecek bir siyasi sistem olması yetkileri kısıtlı olan bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin olduğunu bize göstermektedir. Bu siyasi düzenin bozulması durumunda garantör devletlere düzeni tekrar sağlama görevi verilmiş ve Türk-Yunan kuvvetlerinin adada yerleştirilmesi konusunda mutabakata varılmıştır.

1960 Antlaşmalarının bir diğer özelliği ise Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin kendi inisiyatifiyle kabul edilen anayasanın temel hükümlerini değiştirememesidir. Bu hükümler ancak 1959-1960 Antlaşmalarının tarafları tarafından değiştirilebilir veya kaldırılabilir. Garanti antlaşmasının 1. Maddesinde de yazdığı gibi  Kıbrıs Cumhuriyeti asla başka ülkelerle bir temas kurup anlaşamaz özellikle Enosis ve Taksim gibi faaliyetler için girişimde bulunulması kesinlikle yasaklanmıştır.

Aynı zamanda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin taraf olacağı tüm antlaşmalar bakımından niteliğine bakılmaksızın Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a en çok gözetilen ulus muamelesinin yapılacağını söyleyen 23’cü madde ve Cumhuriyeti her türlü saldırı ve saldırganlığa karşı korumak amacıyla İttifak Antlaşmasının Cumhuriyet ülkesinde 950 Yunan ve 650 Türk askerinden oluşan karargâh kurulması da dışsal self determinasyona yapılan bir diğer sınırlamadır. Yine Kıbrıs Rum tarafının da belli uluslararası hukuk kurallarına ve antlaşmalara dayanarak kabul etmediği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye ve Yunanistan devletlerinin her ikisinin de üye olmadığı bir uluslararası örgüte girememe kısıtlaması da bu bağlamda değerlendirilebilecek bir diğer örnektir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

         KIBRIS CUMHURİYETİNİ KURAN ANTLAŞMALARIN YIKILIŞI VE      

         ANNAN PLANININ SONRASINA KADAR  OLAN SÜRECİN  

         DEĞERLENDİRİLMESİ

 

3.1. Kıbrıs Devleti Anayasasının Değiştirilmek İstenmesi ve İşlemez Hale Gelişi

     Uzun süren bu çalışmalar ve antlaşmalar neticesinde meydana gelen Kıbrıs Anayasasının yürürülüğe girmesinden hemen sonra bu anayasal düzenin adaletsiz olduğunu düşünmeye başladı Rumlar ve bu düşünce üzerine  zamanla aksiyon almaya başladılar ve anayasal düzeni ihlal edecek kadar ileri gittiler. Bu ihlallere karşılık Türkiye Cumhuriyeti belirli aralıklarla nota vermeye başladı. Ancak Rumlar zaman geçtikçe daha hırçın bir şekilde faaliyetlerine devam ettiler. 1963 yılında anayasanın uygulanmasında çıkan sorunlar iyice baş göstermiştir ve bunun üzerine dönemin  Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin 1963’te Türkiye’nin yeni fiili durumları kabul edemeyeceğini ve bu konuda taviz verilmeyeceğini ifade ederek o döneme kadar olan en açık tepkiyi vermiştir. En büyük sorunlardan biri ise Rumların belediyeler kurmasıydı. Anayasa’ya aykırı olarak Rum bakanlar çoğunluk kararları ile Türk belediyelerini genel ve ortak yönetime almaları üzerine Türk Cemaati Temsilcileri Anayasa Mahkemesine müracaat etmiştir. Mahkemenin tarafsız başkanı Alman prof. Fasthoff  Türkleri haklı bulunca Rumlar, Fasthoff’u istifaya zorlamış ve Türklerle olan gerginliğini tırmandırmıştır. Rumlar her fırsatta Türkleri görmezden gelmeye çalışmıştır örneğin, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Küçük, Cumhurbaşkanı Makarios’un Tito’nun davetlisi olarak Bağlantısızlar Toplantısına kendisine danışılmadan gidildiği için Makarios’u Temsilciler Meclisine şikâyet etmiştir. Ya da başka bir örnek verecek olursak devlet memuriyeti konusunda %70 Rum %30 Türk şartına Rumlar karşı çıkınca Türkler de Vergi tasarısına karşı çıkmıştır. Bu tarz sürtüşmeler adadaki gerilimi tırmandırmaktadır.

1962 yıllarının başlarında Rumlar düzen aleyhine tepkilerini daha da artıracak ve Makarios birçok talihsiz açıklamalarda bulunacaktır. 4 Ocak 1962 tarihinde yaptığı açıklamada Makarios şunları söylemiştir : “Anayasanın ya olumsuz yönlerine boyun eğeceğim ya da devlet mekanizmasının çalışmasına mani olan bölümlerin değişmesini isteyeceğim.” diyen Makarios Türklerin hakları konusundaki kararlı tutumu karşısında hızını alamayarak : ”Helenizm’in ezeli ve ebedi düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını teşkil eden küçük Türk toplumu bu Ada’dan kovulmadıkça, EOKA kahramanlarının görevi asla son bulmayacaktır.” demiştir. Bu laflar esasen Türk tarafının taksim tezi konusunda ne kadar haklı olduğunun kanıtlarından birisini olmuştur. Diğer yandan 28 Eylül 1962 tarihinde Atina’ya giden Makarios; “Kıbrıslı Rumların hiçbir zaman gözlerinden ayırmadıkları ve ulusal merkezi olan bu ülkeye yapmış olduğum bu ziyaret, sade benim minnet duygularımı dile getirmem için yapılmış bir ziyaret değildir. Her ne kadar Kıbrıs Helenizmi bugün bir başka ülke görünümünde ise de, onların gözleri daima anavatanı olan Yunanistan’a dönüktür.” demiştir. Ve bu açıklamalar Rumların büyük emeklerle ve büyük acıların sonucunda meydana getirilen Anayasayı ve attıkları imzayı umursamadıklarını göstermektedir.

Kıbrıs Cumhuriyetinde Rum tarafının çoğunlukta olduğu Bakanlar Kurulu ve Temsilciler Meclisinde, Rumlar Türklerin aleyhine kararlar almakta ve sürekli Türkleri sıkıştırmaya çalışmaktadır. Buna karşın Kıbrıs Anayasasına göre Kıbrıs Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı veto yetkisine sahiptir ayrıca Türk Cemaati Anayasa Mahkemesine başvurma hakkına da sahiptir. Söz konusu bu düzenlemeler Rumların keyfi uygulamalarına karşılık Türkler açısından adeta bir sigorta görevi görmektedir.

Ümit Bayükken’in “Cyprus Question and United Nations”,  adlı  kitabından aldığımız şu yazı aslında Rumların Enosis için her türlü hukuksuzluğu yapabileceğini bize göstermektedir. İşte o yazı şu şekildedir;

Kıbrıs Anayasası kurulan devlet için raison d’etre olmuş ve bağımsızlıktan hemen sonra Enosis düşüncesi hiçbir zaman Rumların aklından çıkmamıştır. BM’de self determinasyon yoluyla amaçlarına ulaşamayacağını anlayan Rumlar, Türk toplumunu ani manevralarla yıldırmayı amaçlamış ve bu doğrultuda AKRITAS planını uygulamaya koymuştur. Bu planla birlikte Türklere saldırılar başlatılmış ve Türk toplumu kendilerine anayasa ile verilen bu hakları korumaya çalışmaktan hiçbir şekilde yılmamıştır. Türk tarafının kararlılığı karşısında uluslararası alanda hızla propagandalarına başlayan Rum kesimi, tam bağımsızlık ve egemenlik iddialarıyla çalışmalara başlamıştır. Rumlar sömürgeden henüz yeni çıkmış Asya ve Afrikalı ülkeler

için bağımsızlığın çok hassas bir konu almasını bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışmıştır. Rumlar, bu ülkeler nezdinde 1960 düzeninin azınlığın çoğunluğa tahakküm kurduğu bir düzen olarak göstermiş ve bu ülkelerden destek sağlamaya çalışmıştır. Kurulan Kıbrıs anayasasının kendilerine empoze edildiğini söyleyen Rumlar, egemenliklerindeki bu engel ortadan kaldırılmadan BM’nin tam anlamıyla eşit bir üyesi olamayacaklarını söylemiştir. Türklere tanınan bu statünün derhal kaldırılması gerektiğini savunan Rumlar, Türklere geniş azınlık haklarının tanınacağını söylemiştir. Propagandalarına devam eden Rumlar, dünyanın hiçbir yerinde bir azınlığın bu kadar hakka sahip olmadığını söylemiştir. Hiç şüphesiz büyük bir sayıyı oluşturan ve Kıbrıs konusunda da tam anlamıyla bilgisi olmayan yeni bağımsız Asyalı ve Afrikalı devletler üzerinde Rum tarafı ciddi anlamda etkide bulunmayı başarmıştır. Ayrıca, Rum tarafı Türk tarafındaki herhangi bir direnişi kırmak amacıyla gizlice silahlanmaya başlamış, Makarios Türk tarafına 13 maddelik anayasada revizyon sağlama önerisini sunmuştur. Tabi ki bu arada Enosis çalışmaları da adada tüm hızı ile sürmüştür.

Kara Papaz lakaplı Makarios Enosis idealine yaklaşmak için 13 maddelik bir Anayasa değişikliği teklifi sundu ve biz de bu tekliften dolayı bir kez daha anlıyoruz ki aslında Türkler, Taksim teklifinde haklıymış. Bu skandal teklifi inceleyecek olursak ;

  1. Cumhurbaşkanı ve Yardımcısının veto hakları kaldırılacaktır.
  2. Cumhurbaşkanı yurt dışında iken veya görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğunda Cumhurbaşkanı Yardımcısı ona vekâlet edecektir.
  3. Rum Temsilciler Meclisi başkanı yurt dışında, ya da görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğunda, Meclis Başkanlığı görevini Meclis Başkan Yardımcısı tarafından yerine getirilecektir.
  4. Meclis Başkanı Rum, Yardımcısı Türk üyelerce ayrı ayrı değil, her ikisi de Meclis Genel Kurulunca seçilecektir.
  5. Bazı yasaların Meclis’te onaylanması için, ayrı çoğunluk şartının aranmayacaktır.
  6. Birleşik Belediyelerin kurulacaktır.
  7. Adalet dağıtımının birleştirilecektir.
  8. Güvenlik Kuvvetlerinin, polis ve jandarma olarak ikiye ayrılmasına son verilecektir.
  9. Güvenlik Kuvvetlerinin sayısının yasa ile belirlenecektir.
  10. Hükümete ve orduya iki toplumun katılma oranlarının iki toplumun nüfus oranına göre değiştirilecektir.
  11. Amme Hizmeti Komisyonu’nun üye sayısının 10’dan 5’e indirilecektir. 12. Amme Hizmeti Komisyonu’nun tüm kararları basit çoğunlukla alınacaktır.
  12. Rum Cemaat Meclisi’nin yürürlükten kalkacaktır.

Tabiki Türklerin lideri Dr. Fazıl Küçük bu öneriyi şiddetle reddetmiş ve bu önerinin Türkleri Rumların merhametine bırakmak olacağını da eklemiştir. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu anayasa önerisinin amacı Akritas Planını uygulamaktır. Hatta Makarios bunun için İçişleri Bakanı Georghadjis’i getirmiştir. Makarios’un kurduğu bu teşkilatın nihai amacı Enosistir. Ve Enosis’in hayata geçmesi için uluslararası arenada self determinasyon prensibinin propagandasını yapmıştır. Ama şunu da  biliyorlardı ki self determinasyonun uygulanması için  ortak mutabakat ile imzalanmış antlaşmaların hükümsüz kalması gerekiyordu.

Cumhurbaşkanı Makarios iki toplum arasında gerilen ilişkileri düzeltmek yerine ortamı yaptığı açıklamalar ile daha da çok germiştir. 5 Eylül 1963 Tarihinde  “Şu bir gerçektir ki mücadelemizin asıl gayesi, Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmektir”  şeklinde yaptığı bir açıklama da bunun en net göstergelerinden biridir.

Yaklaşık olarak 3 yıl süren Kıbrıs anayasasının varlığı Türklerin katledildiği 1963 Kanlı Noel Olayı her şey bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde değişti. Olay ilk olarak Türk bir çiftin aracını Rum polislerin durdurulup aranması istemesi üzerine vuku bulmuştur. Türk çift Rum polisi ile münakaşaya girmiş, gerginlik artmış ve olay yerine gelen Kıbrıslı Türkler olaya tepki gösterince, protesto eden Türklere Rum polisi silahla müdahale bulunması üzerine, Rum polisine karşı Türklerde taş ve sopayla kendilerini korumaya çalışmıştır. Bu olayda polisin silah kullanması sonucu iki Kıbrıslı Türk hayatını kaybetmiştir. Olaylar her geçen gün daha da artmış ve 24 Aralık 1963 tarihinde Rumlar saldırıya girişerek 24 Türk’ü öldürülmüş 40 Türk’ü de yaralamıştır. Bunun üzerine Türk birliği kışlasından çıkarak Türklerin bulunduğu Lefkoşa’nın Türk kesimini güvenlik altına almıştır. Dışişleri Bakanı Feridun Erkin ise Rumların istediklerini hukuken alamayınca işi fiili tecavüze dökerek ve Türkleri tahrik ederek almaya çalıştığını söylemiştir. Tabi bu arada Yunanlılar boş durmamış ve Nikos Sampson’un başında bulunduğu bir takviye kuvvet Yunanistan’dan Kıbrıs’a geçmiştir. EOKA liderlerinden Polikarpos Yorgacis’in önderlik ettiği Rumlar 22 Aralık’ta Küçük kaymaklı kasabasına geçerek katliam yapmışlardır.

TMT ise yani Türk Mukavamet Teşkilatı ise bir çok Rum’u esir almıştır. TMT, Rumların EOKA’sına karş ı kurulmuş bir teşkilattır. Dr. Fazıl Küçük’ün Lefkoşa Girne Kapındaki küçük muayenesinde Rauf Denktaş ile temellerini attığı ve 1974 Türkiye’nin adaya çıkarma yaptığı tarihe kadar tam 11 yıl Rum terörünün karşısında durmuş bir direniş teşkilatıdır. Rumların bu katliamlarında a 92 Türk ölmüş, 475 Türk ise yaralanmıştır. Türkler bu olaylar arasında devlet mekanizmasındaki görevlerinden de uzaklaştırılmaya çalışılmış ve Rumlar devlet organlarını Rumlaştırmaya başlamıştır. Bu olayları izleyen birçok yabancı gazeteci ve diplomat Türklere karşı katliam ve hatta soykırım yapıldığını söylemiştir. Bu söyleyenlerden birisi de ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı George Ball olmuştur. Ball Washington’a çektiği telgrafta; “Rumların sistematik olarak soykırım yaptıklarını” bildirmiştir.

 

Bu arada 21 Aralık 1963 saldırılarından sonra varılan antlaşmaya göre Rum askerilerinin Türklere ait olan bölgelerden geçmesi yasaklanmıştır. Buna rağmen,

Rumlar 13-14 Kasım günlerinde Geçitkale ve Boğaziçi yolundan geçmek istemişler ve Türklerde bu teklifi kabul etmemiştir. Türklerin teklifi kabul etmemesi üzerine Rumlar saldırıya geçmiştir. Ağır silahlarla saldıran Rum-Yunan birlikleri Geçitkale ve Boğaziçi’ni işgal etmiş ve 27 Türkü öldürmüşlerdir. Bunun üzerine 15 Kasım 1967 akşamı Türkiye’de hükümet durum değerlendirmesi yapmıştır. Anayasa’nın savaş ilanına ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin 66. maddesine dayanarak Kıbrıs’a asker gönderilmesini öngören karar mecliste 435 üyenin 432 oyu ile kabul edilmiştir. kenderun da ise bir çıkarma birliği toplanmış ve 18 Kasım günü Türk jetleri uyarı uçuşu yapmışlardır.

3.2 1974 Kıbrıs Bunalımı ve Müdahalesi Akabinde Gelişen Olaylar ve Bu  

Olayların Değerlendirilmesi

Kıbrıs sorununda 1960 Antlaşmaları ile kurulan hukuki status quo’yu normal yollardan değiştiremeyeceğini anlayan Rumların kuvvet kullanmak suretiyle değiştirme girişimleri sorunun çıkış noktasını oluşturmuştur. Çözüm yolunda iki toplum arasında gerçekleştirilen görüşmelerde herhangi bir çözüme ulaşılamamış ve Rum kesiminde gerçekleştirilmek istenen bir darbe ile birlikte sorun daha da ağır bir hal almıştır. Bu dönemde 1963-64 olayları sonrasında 1960 düzeninde beliren de facto duruma TemmuzAğustos 1974 tarihlerinde Türkiye tarafından yapılan askeri harekat eklenmiş ve Ada’nın Türk toplumunun yararına olacak bir biçimde bir diğer de facto durum eklenmiştir. Elbette bu durum ile birlikte Kıbrıs sorununun değerlendirilmesi doğal olarak güçleşmiştir.

Kıbrıs’ta meydana gelen gelişmeler kaygı verici boyuta ulaşmıştır. Makarios ile Yunan Cuntası arasındaki ilişkilerin iyi olmadığı bilinen bir gerçekti. Makarios’u siyasi yollardan deviremeyen cunta, ilki 8 Mart 1970 tarihinde Makarios’u taşıyan halikoptere saldırı olmak üzere 3 kez suikast girişiminde bulunmuştur. Arkasından da Cunta, 28 Ağustos 1971’de gizlice Grivas’ı adaya göndermiş ve EOKA-B adında yeni bir silahlı örgüt kurulmasını sağlamıştır. Makarios’ta buna karşı çıkmış ve Çekoslovakya’dan silah alımını başlatınca, Cunta EOKA-B ve Grivas’a bağlı Milli Muhafız Gücünü hızla silahlandırmıştır. Diğer yandan Cunta’nın etkisiyle Kitium, Baf ve Girne gibi yerlerdeki piskoposlar kilise hukukuna göre bir kişinin hem ruhani hem de siyasi bir görev üstlenemeyeceği söylenmiş ve cumhurbaşkanlığından istifasını istemişlerdir. Daha sonra Mart 1973’te de Makarios’u başpiskoposluktan azledildiğini açıklamışlardır. Makarios’ta bunlara karşı Büyük Sinod’u toplamış ve piskoposların aldığı kararın Kilise hukukuna aykırı olduğunu ve söz konusu piskoposların itaatsizlik ve dinsel bölücülük suçlamasıyla Kilise’den uzaklaştırılma kararlarının alınmasını sağlamıştır. Yunan Cumhurbaşkanına gizlice mektup yollayan Makarios EOKA-B’nin dağıtılmasını ve Yunan subayların da derhal geri çağırılmasını istemiştir. Buna Yunanistan Cumhurbaşkanı General Gizikis’in cevabı Makarios’a karşı darbeyi amaçlayan “Afrodit Planı’nı” uygulamaya koymak olmuştur.

Yunanistan’dan gelen talimatlarla birlikte Rum Milli Muhafızları Başkanlık sarayını kuşatmış ve bir yolunu bulan Makarios İngiltere’ye kaçmıştır. Daha sonra devlet başkanı olarak Nicos Sampson tayin edilmiştir. Yeni seçilen bakanlarda çoğunlukla Enosis sempatizanı olan kişilerden seçilmiş ancak hemen Enosis ilanında bulunulmamıştır. Bundan önce ilk olarak Yunan cuntasının amacı kendi rejimini zayıflatmaya çabalayan Makarios’u bitirmek olmuş, Enosis’i daha sonra ilan edilmek üzere bekletmişlerdir. Darbe rejimi tam Enosis ilanında bulunacakken Ada’ya Türkiye’nin müdahalesi vuku bulmuş ve Enosis gerçekleştirilememiştir. Bu durum daha sonra Sampson tarafından itiraf edilecektir. Darbe sonucunda birçok insan hayatını kaybetmiş ve Makarios yanlıları tutuklanmıştır. Bu arada Rumlardan da harekatın Türklere yönelik olmadığı söylenmiş ve bu sayede Türk cemaatinin ve Türkiye’nin tepkileri azaltılmaya çalışılmıştır. Ancak tam bir Enosis’ci olan Nikos Samson’un Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin kurulduğu açıklaması Türkiye için yeterli bir kaygı unsuru olmuştur.

Darbeden kaçmayı başaran Makarios BM ile ilişki kurmuş ve hayatta olduğunu bildirdikten sonra darbecilere karşı birlik çağrısında bulunmuştur. Buradan İngiliz üssüne kaçan Makarios Malta üzerinden Londra’ya oradan da New York’a geçmiştir. Bunun üzerine Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu toplanmış ve şu açıklamayı yapmıştır: “Bu bir Yunan müdahalesidir. Ada’daki anayasal düzen yıkılmış, gayrimeşru bir askeri yönetim kurulmuştur. Türkiye bunu anlaşmaların ve garantilerin ihlali saymaktadır.” Başbakan Bülent Ecevit sonradan ordu Türk Silahlı Kuvvetlerine gerekli müdahale için hazırlıkları yapma talimatı vermiştir.

20 Temmuz 1974 tarihinde Türk askeri Kıbrıs’a çıkarma yapmış ve aynı gün BM Güvenlik Konseyi darbeyi hedef alan bir karar almıştır. Bir yandan da Türkiye’nin harekâtı genişletmemesi için uyarılar almaktaydı. ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’in önerisiyle Türk ve Yunan tarafı ateşkes ilan etmiştir. Bu arada Yunan cuntası iktidardan uzaklaşmış ve Karamanlis sürgünden dönmüştür. Diğer yandan da Cumhurbaşkanı Sampson görevini bırakmış onun yerine Temsilciler Meclisi Klerides görevi üstlenmiştir. Harekat sonrasında Türkiye Ada’nın yaklaşık olarak %5’ini kontrol altına almıştır.

25-30 Temmuz 1974 tarihleri arasında gerçekleşen Cenevre Konferansı Türkiye Yunanistan ve İngiltere Dışişleri Bakanı eşliğinde toplanmıştır. Ayrıca ABD, SSCB ve BM’de gelişmeleri temsilci göndererek izlemişlerdir. Bu arada, Rum kuvvetleri Türk anklavlarında26 kontrol bölgelerini genişlettikçe Türk tarafı da sahip olduğu alanı genişletiyordu. 30 Temmuzda anlaşan taraflar, Türkiye’nin Ada’dan geri çekilmesini Ada’da tüm taraflarca kabul edilebilir bir antlaşmanın varlığına bağlamıştır. (Gökay, 2006, s.105) Birinci Cenevre Sözleşmesiyle aynı zamanda 1960 Antlaşmalarının yürürlükte olduğu teyit edilmiş ve Türkiye’nin bu antlaşmalara dayanarak yaptığı müdahalenin hukukiliği kabul edilmiştir. Diğer yandan tarafların durumun selameti için askeri kuvvetlerin ellerinde bulunan bölgeleri genişletmemeleri beyan edilmiştir. Gayrinizamî bile olsa tarafların tüm saldırılardan ve düşmanca tutumlardan kaçınacağı karara bağlanmıştır. Yani bu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elinde tuttuğu bölgelerin Türk denetiminde olduğu ve buralara yapılacak her türlü ikmalinde kabulü anlamına geliyordu. Diğer yandan Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde bulunan bölgelerin bitiminden başlamak suretiyle genişliği Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından BM Barış Gücü ile de görüşülerek güvenlik bölgesinin kurulacağı karara bağlanmıştır. Bu bölgeye Barış Gücü haricinde hiçbir gücün giremeyeceği ifade edilmiştir. Ayrıca Yunan-Rum kuvvetlerinin işgal ettiği Türk bölgelerini terk etmesi söylenmiş ve bu bölgelerin Barış Gücü tarafından korunması gerektiği ifade edilmiştir. Türk kuvvetlerinin kontrolü dışında kalan Türk ve karma olan bölgelerinin güvenliğine Barış Gücünün bakması söylenmiştir. Çatışmalar neticesinde tutuklanan askeri personel ve siviller olabildiğince en erken biçimce mübadele edilmesi veya Kızıl Haç Komitesi nezareti altında serbest bırakılması kararı alınmıştır. Diğer yandan Kıbrıs’ta barışın tesis edildiği ölçüde Kıbrıs Cumhuriyetindeki silahlı kuvvetler ve silah, mühimmat veya savaş malzemelerinde azaltılmaya gidileceği ifade edilmiştir. Türkiye açısından başarı kabul edilecek bir durum ise Kıbrıs Cumhuriyetinde fiiliyatta Türk ve Rum olmak üzere iki özerk yönetimin mevcut olduğunun kabulü olmuş ve bu uluslararası bir belge ile tescil edilmiştir.

İkinci Cenevre Konferansında ise Türkiye federal devlet tezini öne sürmüştür. Kıbrıs Türk toplumu ise iki toplumlu federasyon tezinin uygulanmasını istemiş, Türkiye Amerikan etkisiyle kantonal çözümü istemiştir. Fakat Kıbrıslı Türkler buna güvenlik sebebiyle sıcak yaklaşmamıştır. Sonradan Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş bir öneri sunarak Ada’nın %34’ünü kapsayan bir Türk kantonu kurulması önerisini sunmuş, bu öneriye karşı Clerides 36 ile 48 saat arasında bir değerlendirme süresi istemiştir. Dışişleri Bakanı Güneş buna karşı çıkmış ve cevabın hemen verilmesini istemiştir. ABD ve İngiltere ile de yakın diyalogda olan Yunanlılar sunulan planın makul olmadığını söylemişlerdir. İngiliz Başbakanı ise Türklerin bir ültimatom vererek derhal bir cevap beklemesinin doğru olmayacağını ifade etmiştir. Yunanlılar ise kendilerinin cevabının olumsuz olacağının tam bilincinde olan Türklerin hemen cevap isteyerek Ada’ya müdahale yapmak için bir bahane oluşturduğunu iddia etmiştir. Herhangi bir anlaşma sağlanamayınca konferans dağılmıştır. Sonraki günde Türk kuvvetleri sahip olduğu alanı genişletmiş ve Ada’nın %36’sına sahip olmuştur.

Bu olay sonrasında Amerikan Kongresi Türkiye’ye tepki olarak 4 yıl sürecek bir askeri ambargo uygulama kararı almıştır. Bu ambargo’ya karşılık Türkiye’de ABD’nin birçok askeri üssünün işlerliğini askıya almıştır. Kıbrıs Barış Harekatı sadece ABD ile değil Batı dünyası ile de ilişkilerin neredeyse geçici olarak donmasına neden olmuştur. Bu dönemde göreceli olarak yalnızlığa itilen Türkiye kararlılığını sürdürmüş ve BM gibi uluslararası kuruluşlarda haklılığını dile getiren toplantılar düzenlemiştir. Batı dünyası ise Türklerin yaşadığı sıkıntıları ve katliamları görmezden gelerek soğuk savaş psikolojisiyle iki Batı Bloğunda olan ülkenin savaşma ihtimalini kabullenmemiş ve Türkiye’nin Ada’ya ikinci müdahalesini haksız olarak nitelendirmiştir.

Bakıldığında Türkiye’nin Kıbrıs’taki darbe sonrasında Garanti Antlaşması’nın 4’cü maddesine dayanarak ilk aşamada istişare mekanizmasına başvurduğu görülür. Bu amaçla Başbakan Ecevit Londra’ya gitmiş, İngiliz Dışişleri Bakanı Callaghan ve Londra’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’in yardımcısı J. Sisco ile görüşmüştür. Bu görüşmede Türkiye, darbe ile birlikte Kıbrıs’taki durumun Yunanistan lehine değiştiğini, Türkiye ve Türk toplumunun haklarının darbe ile ihlal edildiği, bu durumunda yalnızca askeri müdahale ile Sampson idaresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla elde edilebileceği söylemiştir. Ecevit toplantıda; “Kan dökülmesini ve NATO’da tamir edilemeyecek bir yara açılmasını istemiyorsanız harekâtı birlikte yürütelim. Türk ordularının İngiliz üstlerinden faydalanmasını kabul edin. Üstlerinizden Ada’ya girersek bu kansız olur. Sizi Garanti Antlaşması uyarınca göreve çağırıyorum.” demiştir. Hiç şüphesiz bu konuşma İngilizlerin suratının asılmasına neden olmuş ve Ecevit’e Başbakan Wilson Sampson’un nasıl biri olduğunu bildiklerini ancak askeri bir girişime lüzumun olmadığını söylemiştir. Türk heyeti bu toplantı da olabildiğince ılımlı davranmıştır. Wilson, Yunanistan ile garantör ülke olarak görüşülmesi gerektiğini söyleyince Ecevit buna karşı çıkmış ve saldırgan taraf olan Yunanistan’ın garantörlük hakkını yitirdiğini söylemiştir. İngilizler olası müdahale de Sovyet tehlikesi olabileceğini söylemiş buna karşılık Ecevit Sovyetlerin müdahalesinin mantığa uygun olmadığı cevabını vermiştir. İngilizler her yolu denemiş ve Türkleri ikna edememiştir. Sonradan üstlerin Türk askerinin çıkarması için kullanılamayacağını söylemiştir. Hatta daha sonra ABD temsilcisi Sisko’nun da çabaları işe yaramamıştır. BM’de yapılan bir toplantıda ise Makarios Yunanistan’ın işgal hareketinin Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tehlikeye attığını ve Türk toplumunun da tehlike içinde olduğunu belirtmiştir. Sonra da Yunanistan’a karşı BM’yi harekete geçmeye çağırmıştır. Türk tarafının ortak harekât çağrıları yanıtsız kalmış ve Türk için tek taraflı müdahaleden başka seçenek kalmamıştır. Müdahale 20 Temmuz 1974 tarihinde Cumartesi günü gerçekleşmiştir.

20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Güvenlik Konseyi toplantısında taraflar argümanlarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Rum tarafının Garanti Antlaşmasının IV üncü maddesinin hükmünü “dıştan gelen” müdahalelere karşı uygulama alanı bulacak bir garanti olarak nitelendirmiştir. Ancak dıştan gelecek müdahaleler karşısında uygulama alanı bulacak olan antlaşma İttifak Antlaşması iken iç durumlarda uygulanacak olan ise Garanti Antlaşması olarak belirlenmiştir. Keza ortaklaşa hareket edilemediği takdirde Türkiye’ye saklı tutulan tek başına harekete geçme hakkı Türk toplumunu korumaya yönelik bir uygulama olduğu malumdur. Bu bağlamda toplantı da Türk tarafını değil sadece Rum tarafını temsil eden Kıbrıs temsilcisinin Türkiye’nin yanında Yunanistan’ı da suçlayarak adaya müdahalelerini Kıbrıs’ı korumakla yükümlü olan devletlerin Kıbrıs’ı istilası olarak ortaya koyması antlaşmaların çıkara uygun bir biçimde yorumlanmasının en büyük örneklerinden birisini oluşturmaktadır.

 

SONUÇ 

Kıbrıs Adası tarihi boyunca birçok kültürü ve halkı bünyesinde barındırmış bir adadır. Etnik yapı itibariyle Yunan diyemeyeceğimiz olan Kıbrıs’ta başta Mikenler olmak üzere birçok Yunan kavimi ve krallığı yerleşmiştir. Ayrıca, Bizans imparatorluğunun adadaki din, dil ve kültür asimilasyon politikaları da başarılı olmuştur. Ancak, bilinmesi gereken şudur ki Kıbrıs halkının Yunanistan’ın tarih boyunca egemenliğine girmemiş olduğudur. Yani, Kıbrıs halkı Yunanistan açısından yabancı bir halktır. Enosis talepleri de bu unsur göz önüne alınarak değerlendirildiğinde oldukça mantıksız görünüyor. Ve asırlarca bu topraklarda hüküm sürmüş Türkleri ve devletini asla kabul etmemiş ve yoksaymıştır. Çalışmamızda da değindiğimiz üzere adadaki Rumlar ve Türkler arasında bitmeyen bir kavganın fitilini Türk ve Türkiye düşmanlığı sebebi ile Yunanistan ateşlemiştir.

BM gündemini de ziyadesiyle meşgul eden Kıbrıs meselesin çözümü açısından Gali Fikirler Dizisi ortaya atılmış ancak bu öneriler dizisinde daha çok Rum tarafı tatmine çalışılırken, Türk tarafından taviz koparılmak istenmiştir. Bu önerilerde Türklerin aleyhine toprak düzenlemeleri içeren Gali haritası sunulmuş, Türkler bunu kabul etmemiştir. Ancak Türkler tüm bunlara rağmen yine çözüm yönünde sağlam bir irade göstererek Gali’nin sunduğu Fikirler Dizisinin 100 paragrafının 91’ini kabul etmiştir. Daha sonra Annan Planı ortaya atılmış ve bu plan kendi aleyhine olmasına rağmen Kıbrıs Türklerince kabul edilmiş, Rumlarca reddedilmiştir. Bunda hiç şüphesiz AB üyeliğinden aldıkları güç etkili olmuş ve daha fazla taviz koparabileceklerini düşünmüşlerdir. 1959-1960 Antlaşmalarının Kıbrıs Devletinin başka bir devlet ile ekonomik veya siyasi birliğe girmesinin yasaklanmasına rağmen Rumların Kıbrıs Adasının tümünü temsilen Avrupa Birliğine alması AB’nin bu konuda objektif bir taraf olmadığını göstermektedir.

1963 yılından 1984 yılına kadar tüm görüşme ve müzakerelerden olumlu netice alınamamış ve Türklerin adadaki baştan beridir haiz olduğu egemenlik hakkı tanınmamıştır. Bu yüzden Kıbrıslı Türkler self determinasyon hakkını kullanarak KKTC’yi ilan etmiştir. Burada KKTC’nin tanınmamış olması bir yana Rum kesiminin ısrarla meşru yönetim, Türklerinde ayrılıkçı görülmesi AB örneğinde olduğu gibi Rumları çözümsüzlük yönündeki tutumlarının devamına yol açmıştır. Bu bağlamda denilebilir ki uluslararası toplum gerçekten Kıbrıs’ta çözüm istiyorsa Türklerin Ada’da Rumlarla birlikte egemen toplum olduğunu tanıması gerekir.

KKTC’nin meşruiyet sorununun çözülmesi için ise yurtdışındaki lobi faaliyetlerine büyük önem verilmelidir. Bilhassa ABD, Rusya, Çin ve AB gibi güçler başta olmak üzere uluslararası toplum nezdinde diplomatik girişimlerin yoğunlaştırılmalı ve Kıbrıs Türklerinin haklılığı her yerde anlatılmalıdır. En önemlisi KKTC’nin şimdiye kadar tanınması yönünde gösterilen pasif adımlar aktif gayretlere dönüştürülmelidir. Yani kısacası ekonomisiyle, siyasetiyle ve hatta ordusuyla KKTC bağımlı, hantal bir halden kurtarılmalı ve üretici bir devlet haline getirilmelidir. Bu sayede Kıbrıs meselesindeki haklılığımızı anlatmamız daha kolay olacak ve Rumlar daha fazla baskı altında kalacaktır. Çünkü KKTC’nin izolasyonu Rum kesiminin elindeki en büyük kozu oluşturuyor. Bu kozu ellerinden alır ve KKTC’yi gerçekten kendi ayakları üzerinde durabilen bir devlet haline getirebilirsek, Rumlar çözüm yönünde irade göstermek zorunda kalacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

       KAYNAKÇA

 

  • Alasya, Halil Fikret, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’da Türk Eserleri, Ayyıldız, Ankara 1977

 

  • Altınkaş, Evren (2012) “Kıbrıs Sorunu, Türk Dış Politikası ve Uluslararası Hukuk”, Cenap Çakmak, Nejat Doğan, Ahmet Öztürk (Der.), Uluslararası İlişkilerde Güncel Konular ve Türkiye. Eskişehir: Seçkin Yayıncılık, s.52-54
  • Armaoğlu, Fahir  “20. Yüzyıl Siyasi Tarihi”, İstanbul, Alkım Yayınları, 2007

 

  • Atmaca, Ayşe Ömür “Yeni Dünyada Eski Oyun: Eleştirel Perspektiften Türk-Amerikan İlişkileri”, Orsam Ortadoğu Etütleri, Cilt:3 Sayı:1, 2011

 

  • Bozkurt, İsmail, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını), Ankara, 2001

 

  • Bölükbaşı, Süha, Barışçı Çözümsüzlük, İmge, Ankara 2001

 

  • Egeli, Sabahattin (1991) “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Nasıl Yıkıldı?”, İstanbul: Kastaş A.Ş- Zafer Matbaası

 

  • Fırat, Melek “1945-1960 Yunanistan ile İlişkiler”, Baskın Oran(Ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar cilt:1 İstanbul: İletişim Yayınları, 2001
  • Fırat, Melek, “1960-1980 Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Baskın ORAN (Ed.), Cilt I, İletişim, İstanbul 2005,

 

  • Kasım, Kamer, “Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Kıbrıs, Ermeni Sorunu ve Azınlıklar”, Avrasya Dosyası, Ocak-Şubat-Mart-Nisan 2005, C. 11, S. 1,

 

  • Manisalı, Erol, Avrupa Kıskacında Kıbrıs, Derin, İstanbul 2003

 

  • Manisalı, Erol, Dünden Bugüne Kıbrıs, Gündoğan, İstanbul 2003

 

  • Mızrak, Baransel Kıbrıs Sorununa İlişkin Türk Tezlerinin Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Analizi, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli 2015

 

  • Özarsay, Kudret  “Kıbrıs Sorunu: Hukuksal İnceleme”,  Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ankara 2009
  • Özarslan, Bahadır Uluslararası Hukuk ve Avrupa Birliği Hukuk Açısından Kıbrıs Sorunu, 2006

 

  • Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Turhan, Ankara 1999

 

  • Tarakçı, Mustafa “Kıbrıs Barış Harekatı”, İstanbul, Hiperlink Yayınevi, 2010

 

  • Terzioğlu, Sema; “Tarihçe ve Kıbrıs Sorunu Kronolojisi”, Avrasya Dosyası, Kıbrıs Özel, Sonbahar 2004

 

  • Toluner, Sevin , Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, İstanbul : İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1977

 

  • Uçarol, Rıfat 1878 Kıbrıs Sorunu ve Osmanlı-İngiliz Anlaşması (Ada’nın İngiltere’ye Devri), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1978

 

  • Uğur UZER/Mehmet CENGİZ, Kıbrıs Sorunu, Ankara Barosu, Ankara 2002

 

  • Vehbi Zeki SERTER/Ozan Zeki FİKRETOĞLU, Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi (1878-1988), Lefkoşa 1988,

 

     ELEKTRONİK KAYNAK 

 

 

 

 

 

 

Bültenimize Abone Olun

Karabulut Hukuk Bürosu

2018 yılında Avukatlık Ruhsatını Alan Av. Fatih Karabulut tarafından kurulan Karabulut
Hukuk Bürosu hukuk camiasında her alandaki uzman hukuk büroları ile çözüm ortaklığı ağını
kullanarak müvekkillerine kaliteli hizmet vermeye çalışmaktadır. Karabulut Hukuk genel
itibariyle şirket danışmanlığı alanında faaliyet gösteren bir yapıya sahiptir.